.
  Warcraft Kitap 1-Son Bölüm
 

http://www.dr.com.tr/DNR_Folders/00000001358/0000000135804_5_1.jpg

ON SEKİZ

Çok yavaştılar. Çok ama çok yavaştılar.
Nekros öfkeli bir hırıltıyla işçilerden birini dürtüp alt tabaka, değersiz orku daha hızlı çalışmaya sevk etti. Diğer ork korkuyla iki büklüm oldu, sonra da yüküyle birlik­te hızla uzaklaştı.

Alt tabaka orklar adi işler dışında bir halta yaramazlardı ve Nekros şimdi onları bu konuda bile eksik buluyordu. Durum böyle olunca ork lideri, her şeyin şafak zamanına kadar hal­lolması için aralarında dolaşıp onları çalıştırmak zorunda ka­lıyordu. Nekros aslında gecenin kör karanlığında ayrılmayı düşünmüştü ama bu artık mümkün değildi ve o da kesinlik­le bir gün daha beklemek istememişti. Her geçen gün istila­yı daha da yakınlaştırıyordu ama gerçeklerden tamamen bi­haber olan gözcüleri şu ana kadar değil bir ordunun, ilerle­mekte olan bir birliğin bile izine rastlamadıklarında ısrarlıy­dılar. Griffonlu İttifak savaşçılarının görünmüş, bir büyücü­nün dağın içlerine kadar girmiş ve ejderhaların en dehşetlisi­nin şimdi düşman için çalışıyor olması hiç önemli değildi! Sırf gözcülerin onları görmüyor olması, insanların ve onların müttefiklerinin Grim Batol'a yaklaşmadığı anlamına gelmi­yordu tabii ki.'

Hâlâ işçilerin, yaptıkları yerleştirme işleminin aciliyetini anlamalarını sağlamakla meşgul olan tek bacaklı ork, baş ej-


derha terbiyecisinin yanında belirdiğini ilk başta fark etme­mişti. Nekros ancak rahatsız edici bir gırtlak temizleme sesi duyduğunda dönüp baktı.
"Söyle, Brogas! Neden bu sefil yaratıklar gibi işten kaytarıyorsun?"

Hafif toplu olan genç ork yüzünü buruşturdu. Uzun ve sivri dişlerinin uçları aşağı kıvrımlıydı ve zaten asık olan yü­züne daha da suratsız bir ifade veriyorlardı. "Erkek... Nekros, sanırım o yakında ölecek!"

Kötü haberler devam ediyordu, hem de mümkün olan en kötüleri! "Şuna bir bakalım!"

Ellerinden geldiğince hızlı bir şekilde ilerlediler. Brogas kumandanının sakatlığını daha belirgin kılmamak için hızına özen gösteriyordu. Oysa Nekros'un aklında daha önemli kay­gılar vardı. Yumurtlatma programına devam edebilmek için bir dişi ve bir erkeğe ihtiyacı vardı. Biri ya da diğeri olmazsa elinde hiçbir şey kalmazdı... ve Zuluhed de bu durumdan hoşlanmazdı.

Sonunda Alexstrasza'nın en yaşlı ve sağ kalan tek eşinin kaldığı mağaraya vardılar. Tyranastrasz diğer ejderhalarla kı­yaslandığında gerçekten de çok etkileyici bir görüntüye sa­hipti. Nekros'un öğrendiği kadarıyla, yaşlı kırmızı ejderha*., büyüklük ve güçte Kanatlıölüm'e bile rakip olmuştu bir za­manlar; ama her halde bu sadece bir efsaneden ibaretti. Ne olursa olsun erkek ejderha yine de devasa odayı rahatlıkla kaplıyordu.. O kadar iriydi ki Nekros böyle bir devin hasta olabileceğine inanamıyordu,.

Ancak ejderhanın düzensiz nefeslerini duyar duymaz ger­çeği kavradı. Herkesin Tyran diye hitap ettiği ejderha geçmiş yıllarda birçok hastalık nöbeti geçirmişti. Ork bir zamanlar ej­derhaların ölümsüz olduğunu, sadece savaşta katledildiklerin­de öldüklerini sanıyordu ama zamanla onların başka zaafları olduğunu  keşfetmişti:   hastalık  gibi...  Bu  saygıdeğer  devin


içindeki bir şey, onun yavaş ama ölümcül bir illetle boğuş­masına neden oluyordu.

"Bu canavar ne kadardır böyle?"

Brogas yutkundu. "Dün-geceden beri aralıklı olarak... Ama birkaç saat önce daha iyi görünüyordu!"

Nekros ejderha terbiyecisine döndü. "Sersem! Bana daha önce söylemeliydin!"

Neredeyse diğer orka bir tane yapıştıracaktı ama sonra bu bilgiyi almış olmanın ne kadar gereksiz olacağını düşündü. Bir süredir yaşlı ejderhayı kaybedeceklerinden şüpheleniyor­du zaten, sadece bunu kabullenememişti.

"Ne yapacağız, Nekros? Zuluhed öfkeden deliye dönecek! Kafataslarımız kazıkları süsleyecek!"

Nekros kaşlarını çattı. O da bu manzarayı hayalinde can­landırmıştı... ve tabii ki bu hiç hoşuna gitmemişti. "Başka se­çeneğimiz yok! Onu yolculuk için hazırlayın! Ölü ya da diri bizimle gelecek! Bırakalım Zuluhed ne yaparsa yapsın!"

"Ama Nekros..."

Bu sefer tek bacaklı ork astına gerçekten bir tane yapıştırdı. "Sersem herif! Emirlere itaat et!"

Korku içinde sinen Brogas başını sallayıp oradan hızla uzaklaştı. Kuşkusuz gidip Nekros'un emirlerini yerine getir­meye çalışan daha alt rütbeli ejderha terbiyecilerini pataklayacaktı. Evet, Tyran diğerleriyle birlikte gelecekti, nefes alsa da almasa da. En azından yem görevi görürdü...

İri erkeğe bir adım daha yaklaşan Nekros onu ayrıntılı bir şekilde inceledi. Yer yer rengi solmuş pullar, düzensiz soluk­lar, hareketsiz duruş... Hayır, Alexstrasza'nın erkeğinin pek fazla ömrü kalmamıştı...

"Nekros..." diye mırıldandı birden Ejderhakraliçesi'nin se­si. "Nekros... Kokunu yakınlarda duyuyorum..."

Tyran'ın ölecek olmasının kendi kellesi için ne anlama geldiğini düşünmemek için her türlü bahaneye sarılmaya ha-


zır olan iri yarı ork, dişi ejderhanın odasına geçti. Her za­manki önlemini alarak bir elini belindeki keseye atıp iblis Ru­hu'nu tuttu.

Dar aralıklar halindeki gözleriyle Alexstrasza onun girişini seyretti. Dişi ejderha da son zamanlarda biraz hasta görünü­yordu ama Nekros onu da kaybedeceğini düşünmeyi reddet­ti. Büyük ihtimalle Ejderhakraliçesi, son eşinin yakında ölece­ğini biliyordu. Nekros diğer ikisinden birinin hayatta olma­sını dilerdi. Onlar Tyran'dan çok daha genç ve cinsel yönden güçlüydü.

"Yine ne var, kraliçe hazretleri?"

"Nekros neden bu delilikte ısrar ediyorsun?"

Ork homurdandı. "Benden tek isteğin bu mu, dişi? Senin aptalca sorularına cevap vermekten daha önemli işlerim var!"

Ejderha gürültüyle soludu. "Bütün çabaların sadece ölü­müne neden olacak. Kendini ve adamlarını kurtarma şansın var ama bunu kullanmıyorsun!"

"Bizler Orgrim Kıyametçekici gibi ödlek ve kalleş pislikler değiliz! Ejderhaağzı kabilesi sonuna kadar dövüşür, bu bizim sonumuz olsa bile!"

"Kuzeye kaçmaya çalışarak mı? Sizin dövüşten anladığınız bu mu?"

Nekros Kafatasıezen, iblis Ruhu'nu açığa çıkardı. "Senin ha­berdar bile olmadığın şeyler var, kadim yaratık! Bazen kaçış, dövüşe öncülük eder!"

Alexstrasza iç çekti. "Sana laf anlatmanın imkânı yok, de­ğil mi, Nekros?"

"Sonunda öğreniyorsun."

"O zaman bana şunu söyle: Tyran’ın odasında ne yapıyor­dun? Onu artık güçten düşüren ne?" Ejderhanın gözleri ve ses tonu eşi için duyduğu kaygıyla doluydu.

"Senin kafanı takman gereken bir şey değil bu, kraliçe


hazretleri! En iyisi kendim düşün. Yakında seni taşıyor olaca­ğız. Uslu dur da bunu fazla acı çektirmeden yapalım..."

 

Bunu söyleyip İblis Ruhu'nu kesesine geri koydu ve ejderhayı yalnız bıraktı. Ejderhakraliçesi ardından bir kez seslendi. Kuş­kusuz yine erkeğinin sağlıyla ilgili bir şeyler söylemesi için ona yalvarıp yakaracaktı ama Nekros ejderhaları düşünerek daha fazla zamanım harcayamazdı... En azından kırmızı olanları.

İttifak istilacıları buraya varmadan konvoy Grim Batol'u büyük olasılıkla terk etmiş olacak olsa da ork komutanı yine de bir yaratığın dehşet yaratmak için zamanında varacağından kesinlikle emindi. Kanatlıölüm gelecekti. Siyah dev sabahla birlikte burada olacaktı... Tek bir sebepten dolayı olsa bile.

Alexstrasza... Siyah ejderha düşmanı için gelecekti.

"Hepsi gelsin bakalım!" diye hırıldadı ork, kendi kendine. "Hepsi! Tek ihtiyacım olan en başta siyah ejderhanın gelme­si..." iblis Ruhu'nu sakladığı keseye hafifçe vurdu. "... Ondan sonra, geri kalanım Kanatlıölüm halledecek!"

Rhonin tekrar kendine geldiyse de ilk başta bilinci bunu ancak algılayabilecek kadar yerindeydi. Yine de ne kadar ken­dini toparlayamamış olsa da büyücü geçen sefer başına gelen­leri hatırlayıp hemen hareketsiz kalmıştı. Golemin, kendisini tekrar şuursuzluk alemine göndermesini istemiyordu... Hem Rhonin bu sefer oradan geri dönemeyeceğinden korkuyordu.

Tutsak büyücü, gücüne tekrar kavuşunca gözlerini sakına sakına araladı.

Ateşle kaplı golem görünürde yoktu.

Şaşıran Rhonin gözlerini sonuna kadar açıp başını kaldırdı.

Bunu yapar yapmaz birden önündeki hava, alev almış gi­bi aydınlandı ve yüzlerce küçük alev topu yoktan var olmuş gibi beliriverdi. Ateşten küreler etrafta bir hortum oluştura­rak döndü ve hızla birleşip bir anlık sürede, hatları belli be­lirsiz, insanımsı bir şekil oluşturdu.


Devasa golem bütün biçimsiz haşmetiyle yeniden şekillen­mişti.

En kötü sona hazırlanan Rhonin başını eğip aynı anda gözlerini sımsıkı kapadı. Büyüsel yaratığın dehşetli dokunu­şunu bekledi, bekledi ve yine bekledi... Sonunda merakı kor­kusuna üstün gelince ihtiyatlı büyücü yavaş yavaş, dikkatle tek gözünü ancak görebileceği kadar araladı.

Golem yine gözden kaybolmuştu.

Anlaşılan Rhonin onu göremese de yaratığın tetikte bek­leyen bakışları büyücünün üstündeydi. Nekros kesinlikle onunla oyun oynamıştı ama belki de bu son numarayı her nasılsa Kryll ayarlamıştı. Büyücünün umutları sönüverdi.

Belki de böylesi daha iyiydi. Hem zaten kendi ölümünün, onun yüzünden ölmüş olanlara daha çok fayda sağlayacağını düşünen büyücünün ta kendisi değil miydi? Bu sonunda ken­di suçluluk duygusunu sona erdirecek olan şey değil miydi?

Başka bir şey yapmasına imkân olmayan Rhonin orada öy­lece asılı kaldı. Ne dakikaların akıp gitmesiyle, ne de ayrılık hazırlıklarını bitirmek üzere olan orkların hiç bitmeyen ses­leriyle ilgileniyordu. Nekros istediğinde geri dönecek veya büyücüyü yanında götürecek ya da daha büyük ihtimalle, onu son bir kez sorgulayıp öldürecekti.

Ve Rhonin'in yapabileceği hiçbir şey yoktu.

Gözlerini tekrar kapadıktan sonra bir ara yorgunluk onu ele geçirdi ve büyücü hafif bir uyuklama haline girdi. Rhonin dü­şünde birçok şey gördü: ejderhalar, hortlaklar, cüceler... ve Vereesa. Elfin hayali sıkıntılı düşüncelerini biraz olsun rahat­latmıştı. Onu sadece kısa bir süredir tanıyor olmasına rağmen Vereesa’nin yüzü gittikçe daha sık gözünün önünde belirme­ye başlamıştı. Başka bir zamanda ve yerde tanışmış olsalardı belki de büyücü onu daha yakından tanımış olabilirdi.

Elf, rüyasının odak noktası oluvermişti, öyle ki Rhonin onun sesini bile duyabiliyordu. Korucu onun adını seslenip


duruyordu; ilk başta özlem dolu bir sesle, sonra büyücü kar­şılık vermeyince daha telaşlı bir tonda...

"Rhonin!" Elfin sesi uzaklaştı. Şimdi sadece bir fısıltı halin­deydi. Yine de her nasılsa aynı zamanda daha somutlaşmıştı olduysa.

"Rhonin!"

Bu kez elfin seslenişi, büyücüyü düşlerinden ayırıp onun uykusundan sıyrılmasına neden oldu. Rhonin önce bununla mücadele etti. Hücresinin gerçekliğine ve yakınlaşan ölümü­ne dönmeyi hiç istemiyordu.

"Cevap vermiyor..." diye mırıldandı başka bir ses. Bu seferki Vereesa’nin sesi kadar yumuşak ve ahenkli değildi. Büyücü bu sesi hayal meyal tanıdı ve bu da onun biraz daha ayılma­sına neden oldu.

"Belki de onu hiçbir parmaklık olmadan sadece zincirlerle burada tuta­bilmelerinin yolu budur," diye karşılık verdi elf. "Doğru söylemişsin gibi görünüyor..."

"Sana hiç yalan söyler miyim, kibar hanfendim? Sana hiç yalan söyler miyim?"

Bu son cırtlak ses diğer ikisinin yapamadığını yaptı. Rho­nin uykunun son kalıntılarını da üstünden attı... ve kendini haykırmaktan güçlükle alıkoydu.

"O zaman bu işi bitirelim," diye mırıldandı cüce Falstad. Bu­nu takip eden ayak sesleri büyücüye, cücenin ve diğerlerinin ona doğru yaklaştığını işaret etti.

Rhonin gözlerini açtı.

Vereesa ve Falstad gerçekten de odadan içeri girmişti. El­fin büyüleyici yüzü kaygı doluydu. Korucu kılıcını çekmişti ve boynunda aynı Kanatlıölüm’ün Rhonin'e vermiş olduğu madalyon gibi bir madalyon taşıyordu. Tek fark, bunun or­tasında kırmızı bir taş varken diğerinde uğursuz ejderhanın ruhu kadar siyah bir tanesinin olmasıydı.


Elim ardındaki cüce, çekicini sırtındaki yerine yerleştir­mişti. Silah olarak uzun bir hançer taşıyordu... ve hançerin ucu da hırlayıp durmakta olan Kryll'in gırtlağına dayalıydı.

İlk ikisinin görüntüsü, özellikle de Vereesa'nın ki Rhonin'in içini umutla doldurmuştu...

Ateş golemi ufak yardım grubunun ardında, mutlak bir sessizlik içinde şekillendi.

"Dikkat edin!" diye bağırdı ümidi kırılan büyücü. Sesi de­falarca çığlık atmış olmanın etkisiyle çatallı çıkmıştı.

İskelet canavar onlara uzandığında Vereesa ve Falstad iki yana atıldılar. Cücenin tosladığı Kryll, Rhonin'in zincirlendi­ği duvara savruldu. Taş duvara sertçe çarpan goblin küfretti.

Önce Falstad ayağa kalkıp hançerini goleme fırlattı, (Yara­tık, kemikten zırha tangırtıyla çarpan hançere hiç aldırış et­memişti) cüce sonra da fırtınaçekicini çıkardı. Vereesa saldı­rıya katılmak için ayağa fırlarken cüce, çekicini insanlık dışı gözcüye doğru savurmuştu bile.

Hâlâ güçsüz olan Rhonin, şu anda olanları seyretmekten başka bir şey yapamıyordu. Korucu ve cüce, karşılarındaki ze­baniye zıt yönlerden yaklaşıp rakiplerini ölümcül bir hata yapmaya zorluyordu.

Ne yazık ki Rhonin, yaratığı fanilere özgü yöntemlerle öl­dürebileceklerine en bile kuşku duyuyordu.

Falstad’ın ilk hamlesi canavarı bir adım geriletmişti ama ikincide, golem çekicin sapının üst kısmını kavradı. Griffon binicisi, golem onu kendine çekmeye çalışırken dehşet veri­ci bir üstünlük mücadelesine girişmişti.

"Elleri!" diye inledi büyücü. "Ellerine dikkat et!"

Etsiz, alevlerle kaplı parmaklar, Falstad’ın onların erimine girmesiyle cüceye doğru uzandılar. Çaresiz cüce, kıymetli çe­kicini elinden çıkmasına izin verip yuvarlanarak düşmanın­dan uzaklaştı.


Vereesa öne atılıp kılıcını saplamak için hamle yaptı. Elf çeliği, ürpertici zırha pek zarar veremedi. Zırh, kılıcın rahat­lıkla hedefinden şaşmasına neden olmuştu. Golem, Vereesa'ya dönüp fırtınaçekicini ona doğru fırlattı.

Korucu çevik bir hareketle kenara sıçradı ama şimdi insan­lık dışı nöbetçiye karşı herhangi bir savunması olan tek kişi o kalmıştı. Vereesa iki kez daha kılıcını saplamayı denedi. İkincide neredeyse silahını kaybediyordu. Göründüğü kada­rıyla kesici silahlardan etkilenmeyen golem, her saldırıda kı­lıcın keskin çeliğini tutmaya çalışıyordu.

Arkadaşları yeniliyordu... ve Rhonin yardım etmek için hiçbir şey yapmamıştı.

Her şey daha da kötüye gidiyordu. Dengesini tekrar sağ­layan Falstad çekicine doğru atıldı.

Hortlak savaşçının ağzı inanılmaz boyutlarda açıldı...

Dehşetli, siyah bir ateş Falstad'a doğru fışkırarak cüceyi neredeyse yutuyordu. Falstad ancak son anda takla atarak ka­çabilmiş ti ama giysileri ateşin etkisiyle alazlanmaktan kurtu­lamamıştı.

Bu durum Vereesa'yı tam golemin karşısında ve tek başı­na bıraktı.

Çaresizlik Rhonin'in içini parçalıyordu. Eğer bir şey yap­mazsa Vereesa ölecekti. Eğer bir şey yapmasa hepsi ölecekti.

Kendini serbest bırakmalıydı. Elinden geldiğince gücünü toplayan bitap durumdaki büyücünün aklına bir büyü geldi. Golem meşgulken Rhonin kendi uğraşma konsantre olabilir­di. Tek ihtiyacı olan bir anlık süreydi...

İşte! Kollarını ve bacaklarını tutan prangalar parçalanarak açılıp taş duvara çarptılar. İnleyen Rhonin bir an kollarını gerdi, sonra da goleme odaklandı...

Sırtının üst kısmına ağır bir yük biniverdi. Rhonin'in bo­ğazına dayanan yoğun bir basınç büyücünün nefesini tama­men kesti.


"Seni yaramaz büyücü! Ölme vaktinin geldiğini bilmiyor musun?"

Kryll, Rhonin'in gırtlağına öylesine sarılmıştı ki büyücü tamamen sersemlemiş ti. Goblinlerin göründüklerinden çok daha güçlü olduğunu bilirdi ama Kryll'in kuvveti inanılmaz boyutlardaydı.

"İşte böyle, insan... Teslim ol... Dizlerinin üstüne çök..."

Rhonin neredeyse bunu yapmak istiyordu. Havasızlık ba­şını döndürüyordu ve buna golemin elinde maruz kaldığı iş­kenceler de eklenince büyücü az kalsın kendini koy verecek­ti ama eğer o.kaybederse, Vereesa ve Falstad da kaybedecek­ti...

Konsantrasyonunu sağlayıp bir elini arkaya, sadist gobline doğru uzattı.

Yüksek sesle feryat eden Kryll sarıldığı yerden ayrılıp ye­re düştü. Rhonin duvara doğru devrildi. Nefesini toparlama­ya çalışırken Kryll'in onun zayıflığından yararlanmamasını umuyordu.

Bunun için endişelenmesine gerek yoktu aslında. Kolu yanmış olan goblin, lanetler savurup hoplayıp zıplayarak Rhonin'den uzaklaşmıştı. "Seni pis büyücü! Büyülerine lanet olsun! Sizi burdaki arkadaşıma bırakacağım! Onun şefkatli dokunuşunu hissetmeniz için bırakacağım!"

Kryll çıkışa doğru zıplarken izinsiz konukların yazgısına uğursuzca gülüyordu.

Golem, Vereesa ve cüceyle olan mücadelesine ara verip ölümcül bakışlarını kaçmakta olan Kryll'e çevirdi. Çeneleri aralandı...

Katran karası bir ateş kümesi, iskelet ağızdan fırlayıp hiç­bir şeyden haberi olmayan goblini sardı.

Kryll insaflı denebilecek kadar kısa süren bir çığlık atıp bir alev topunun içinde yok oldu. Büyülü ateş onu o kadar ça­buk yakıp yok etmişti ki yere sadece yaratıktan geriye kalan


külleri döküldü... Küller ve goblinin belindeki kesede taşıdı­ğı, mahvolmuş durumdaki madalyon...

"Küçük sefili katletti!" dedi Falstad, hayretler içinde.

"Sıradakiler de garanti biziz!" diye hatırlattı elf. "Hiç sı­caklık hissetmesem de kılıcım, onun vücudunu saran alevler­den neredeyse eriyecek! Ayrıca ondan daha fazla kaçıp dura­bileceğimden de emin değilim!"

"Evet, çekicimi alabilseydim bir şeyler yapabilirdim; ama... Dikkat et!"

Golem bir ateş kümesi daha gönderdi ama bu seferkinin hedefi tavandı. Hiddetli alev yığınının yaptığı tek şey kayayı eritmek değildi. Alevler çarpar çarpmaz tavan çatırdamaya başlamış ve devasa kaya parçalan üçlünün üstüne doğru yağ­mıştı.

İri bir parça Vereesa’nin koluna isabet etti. Kaya o kadar şiddetli çarpmıştı ki korucu yere devrildi. Sağanak, Falstad'ı elfin yanından uzaklaştırdı, Rhonin'inse o tarafa doğru hare­ket etmesini bile engelledi.

Alevlerle kaplı golem dikkatini yerdeki elfe verdi. Çenele­ri tekrar aralandı...

"Hayır!" Rhonin karşılığında bütün iradesini kullanarak ça­bucak şimdiye kadar yaratmadığı kadar güçlü bir kalkan oluş­turdu.

Karanlık alevler, görünmez engele bütün hiddetiyle çarp­tılar... ve geri tepip goleme yöneldiler.

Rhonin yaratığın silahının kendi üstünde bir etkisi olma­sını beklemiyordu; ama alevler onları kullananı sadece kuşat­makla kalmadı, onun her yanma adeta iştahla hücum ettiler. Golemin etsiz gırtlağından bir kükreme kurtuldu: bu ne tan­rılara ne de insanlara yaraşır bir kükremeydi...

Canavar mahluk sarsıldı... ve patlayarak, dağdaki ufak oda­da bir kasırga kadar büyük, büyüsel bir gücü serbest bıraktı.


Tavandan geriye kalanlar bu güce dayanamayarak, kendi­lerini korumaya çalışan grubun üstüne çöktü.

Gecenin karanlığında ejderha Kanatlıölüm denizi aşarak doğuya doğru uçuyordu. Rüzgârdan daha hızlı bir şekilde Khaz Modan'a ve daha da önemlisi Grim Batol'a doğru iler­liyordu. Ejderha aslında kendi kendine gülümsüyordu; diğer bütün yaratıkların bakışlarını ölümcül bir korkuyla kaçıraca­ğı bir manzaraydı bu. Hassas noktaların her biri planlandığı gibi işliyordu. İnsanlar için hazırladığı planlar şimdiye kadar pürüzsüz ilerlemişti. İşte sadece birkaç saat önce Terenas'tan bir mesaj almıştı. Bu mesajda 'Lord Prestor'un taç giyme tö­reninden bir hafta sonra, Alterac'ın yeni hükümdarının Lordaeron kralının genç kızıyla yaşını doldurduğu gün evlenece­ğine dair haberin nasıl ilan edileceği genel olarak belirtilmiş­ti. Sadece birkaç kısa yıl daha... Bir ejderhanın yaşamında sa­dece bir göz açıp kapaması kadar süre... Ondan sonra insan­ların yeryüzünden silinme sürecini başlatmak için gerekli ko­numda olacaktı. İnsanlardan sonra da elfler ve cüceler, yaşlı ve insanların dinçliğinden yoksun olanlar, ölmekte olan bir ağacın yaprakları gibi düşeceklerdi.

Zamanı gelince o günlerin tadını çıkaracaktı; ama şimdi Kanatlıölüm daha öncelikli ve daha sevindirici bir durumla il­gileniyordu. Orklar dağ kalelerini terk etmeye hazırlan­mışlardı. Şafakla birlikte arabalarını dışarı çıkaracaklar ve Dun Algaz'a, Güruh'un son kalesine doğru harekete geçeceklerdi.

Onlarla birlikte ejderhalar da gidecekti.

Orklar batıdan bir İttifak istilası bekliyordu. En azından griffon binicilerini ve büyücüleri bekliyorlardı... ve siyah bir dev. Kanatlıölüm bu bakımdan Nekros Kafatasıezen'i düş kı­rıklığına uğratmak niyetinde değildi. Kryll'den öğrendiği ka­darıyla tek bacaklı orkun aklından bir şeyler geçirdiğini bili-


yordu. Ejderha, biçare yaratığın planladığı aptallığı görmek için sabırsızlanıyordu. Cevabı bildiğini tahmin ediyordu; ama bir orkun bir seferliğine de olsa özgün bir fikir bulup bula­mayacağını öğrenmek ilginç olacaktı.

Ufukta, Khaz Modan kıyılarının bulanık hatları görü­nmeye başlamıştı. Karanlıkta fazlasıyla net görebilecek gözle­re sahip olan Kanatlıölüm hafifçe kavis çizerek daha kuzeye yönlendi. Günün ağarmasına sadece birkaç saat kalmıştı. Seç­tiği tüneme yerine varması için bir sürü zamanı olacaktı. Ej­derha oradan olan biteni seyredip bekleyebilecek ve doğru zamanda harekete geçecekti.

Geleceğin gidişatını değiştirecek zamanda...

Bir ejderha daha uçuyordu. Yıllardır uçmamış olan bir ej­derha... Bağlarından yoksun uçmanın yarattığı duygular onu heyecanlandırıyordu. Aynı zamanda da ona alışkanlıklarından ne kadar uzak kaldığını hatırlatıyordu. Tam anlamıyla doğal, varlığının kalıtsal bir parçası olması gereken şey ona yabana geliyordu.

Ejderha Korialstrasz çok ama çok uzun bir zamandır bü­yücü Krasus olmuştu.

Eğer gündüzün aydınlığında olsaydı onun geçişine şahit olanlar devasa değilse de çok büyük bir ejderha görmüş ola­caklardı; çoğu ejderhadan iriydi ama kesinlikle beş Görüntü'den biri değildi... Parlak kan kırmızı ve yalız vücuduyla Korialstrasz gençliğinde ırkı için oldukça yakışıklı sayılırdı. Tabii ki kraliçesinin gözüne girmeyi başarmıştı. Hızlı, ölüm­cül ve savaşta çabuk karar verebilen kırımızı ejderha, aynı za­manda kraliçenin en büyük muhafızlarındandı. Sürünün şe­refini koruyan ve ortaya çıkan yeni ırklarla ilgili konularda Alexstrasza'nın önde gelen hizmetkârıydı.

Sevgili kraliçesinin tutsak edilmesinden önce bile son yıl­larının çoğunu büyücü Krasus kılığında geçirmişti. Gerçek ki-


lığına genelde sadece onu ziyaret ettiği zamanlarda dönüyor­du.-Onun genç eşlerinden biri olarak Tyranastrasz'ın sahip olduğu otoriteye sahip değildi; ama Korialstrasz kendisinin kraliçesinin kalbinde özel bir yeri olduğunu biliyordu. İşte bu yüzden daha en başta, yeni ırkların en umut verici ve çeşitli olanı içinde kraliçesinin öncelikli aracısı olmayı kabul etmiş­ti: insanlık... İmkan buldukça ona olgunluğa ulaşması için yardımda bulunacaktı.

Alexstrasza kuşkusuz Korialstrasz'ın öldüğünü sanıyordu. Kraliçenin esir edilmesinden ve ejderha sürülerinin geri kalanı­na boyun eğdirilmesinden sonra erkek ejderha, mücadeleye de­vam edebilmesi için tek yolun, kullandığı aldatmacayı sürdür­mesi olduğunu anlamıştı: Krasus kılığına tümüyle geri dönmek ve orklara karşı yürüttükleri savaşta İttifak'a yardım etmek... Kendi kanından olanların öldürülmesine yardım etmek zorun­da olması cesaretini kırmış olsa da Güruh'un yetiştirdiği genç ejderhalar ırklarının şanlı geçmişi hakkında bir şey bilmiyorlar­dı. Zaten nadiren kana susamışlıktan kurtulacak kadar büyüyüp bir ejderhanın her zaman kalıtımsal özelliği olan bilgeliğe ula­şacak kadar yaşıyorlardı. Ellin ve cücenin dağın içine girme gi­rişimlerine yardım ederken bu genç ejderhalardan birinin zih­niyle konuşma şansı bulmuştu. Onu sakinleştirip yapılması ge­rekeni açıklamıştı. Diğer ejderhanın dinlemiş olması cesaret ve­riciydi. En azından biri için hâlâ umut var demekti bu.

Yine de hâlâ yapılması gereken çok şey vardı. O kadar çok şey vardı ki Korialstrasz bir kez daha fanilere sırt çevirmiş ve onları kendi başlarının çaresine bakmaları için bırakmıştı. Madalyon aracılığıyla arabaları gördüğünde, ork askerlerinin yüksek sesli emirlerini duyduğunda, mücadele verdiği şeyin meyvesini vermek üzere olduğunu anlamıştı. Orklar yemi yutmuş ve Grim Batol'dan ayrılmaya başlamıştı. Sevgili Alexstrasza'sını açığa çıkaracaklardı... Böylece o da kraliçesini kurtarabilecekti.


Yine de bu kolay olmayacaktı. Kurnazlık, zamanlama ve tabii büyük bir şansa ihtiyacı olacaktı.

Kanatlıölüm’ün hayatta olması ve kuşkusuz Lordaeron İt­tifakının çöküşünü tasarlıyor olması yeni ve dehşet verici bir sorun olarak ejderhanın karşısına çıkmıştı. Hatta bir süre için, Korialstrasz’ın planladığı her şeyin büyük değişikliklere uğra­ma tehlikesini yaratmıştı bu. Ancak Krasus olarak keşfettiği kadarıyla Kanatlıölüm kendini İttifak'ın politik gidişatına faz­lasıyla kaptırmış; uzaktaki orklar ve bir zamanların mağrur kırmızı ejderha sürüsünden geriye kalanla ilgilenememişti. Hayır, Kanatlıölüm kendi satranç oyununu oynuyordu ve bu oyunda taşlar krallıklardı. Kendi başına bırakılırsa onların ara­sında savaş ve yıkım yaratacağı kesindi. Neyse ki böyle bir oyun yıllar sürecekti, bu yüzden de Korialstrasz ardında ka­lan Lordaeron topraklarındaki ve onun da ötesindeki insanlar için kaygılanmıyordu. Onların durumu, kırmızı ejderha sev­gilisini kurtarana kadar bekleyebilirdi.

Yine de hızla ilerlemekte olan ejderha, kanatları altına al­mış olduğu topraklara yönelik gittikçe artmakta olan tehdidi görmezden gelebilse de başka bir konu zihnini daha fazla göz ardı edemeyeceği kadar kemiriyordu. Rhonin... ve onu ara­maya giden diğer ikisi... Onlar büyücü Krasus'a güvenmişti. Ejderha Korialstrasz için kraliçesinin kurtuluşunun yaşam ka­dar önemli olmadığından haberdar değildirler. Üç faninin ya­şamı bununla karşılaştırıldığında hiç bir öneme sahip değil­di... ya da şimdiye kadar hep böyle düşünmüştü.

Suçluluk duygusu ejderhayı yiyip bitiriyordu. Sadece Rhonin'e ihanet etmiş olmanın verdiği suçluluk değil, aynı za­manda onlara içeriye girişlerine kadar yol gösterme sözü ver­dikten sonra elf ve cüceyi ihmal etmenin getirdiği suçluluk...

Rhonin büyük olasılıkla epey önce öldürülmüş olmalıydı; ama belki de diğer ikisini kurtarmak için hâlâ geç sayılmaz­dı. Kırmızı ejderha, en azından onlar için elinden geleni yap-


tığı konusunda kendini ikna etmedikçe dikkatini görevine ve­remeyeceğini biliyordu.

Khaz Modan'ın en güney batı ucunda, Ironforge'den sadece birkaç saatlik mesafede, Korialstrasz buradaki dağ sırası­nın ortasında duran gözden uzak bir doruk seçip iniş yaptı. Birkaç saniye kendine uygun bir konum bulmaya çalıştıktan sonra gözlerini kapadı ve Rom'un korucu Vereesa'ya verme­sini* sağladığı madalyona odaklandı.

Elf büyük olasılıkla madalyonun ortasındaki taşın sadece bir mücevher olduğunu sansa da aslında o ejderhanın kendinden bir parçaydı. Büyü yardımıyla şu anki haline sokulmuş olan parça, bir zamanlar Korialstrasz'ın derisindeki pullardan biriy­di. Büyülenmiş pul herhangi bir büyücüyü şaşkına çevirecek özelliklere sahipti; tabii ejderha büyüsü yapmayı bilselerdi... Korialstraz'ın şansına çok azı bunu bilirdi; yoksa daha en baş-. ta madalyonu yaratma riskine girmezdi. Rom da elf de kesin­likle mücevherin sadece iletişim amaçlı olduğuna inanmıştı ve ejderha onların bu yanlış bilgisini düzeltme niyetinde değildi.

Rüzgâr uğuldar ve karlar devasa yaratığı döverken Kori­alstrasz kanatlarım kafasının yakınında katlayıp konsantrasyon halindeyken kafasını korumaya çalıştı. Elfi gözünün önünde madalyon aracılığıyla gördüğü gibi canlandırdı. Korucu onun ırkından biri için yüzüne bakmaktan haz duyulacak biriydi ve kesinlikle Rhonin için endişe duyuyordu. Aynı zamanda çok yetenekli bir savaşçıydı da. Evet, hâlâ hayatta olması ihtimali vardı; o ve Aerieli cüce...

"Vereesa Rüzgârkoşan..." diye yavaşça seslendi. "Vereesa Rüzgârkoşan!" Korialstrasz gözlerini kapayıp kendi iç görüşü­ne odaklandı. Tuhaftı ama hiçbir şey göremiyordu. Madal­yon, elfin onu doğrulttuğu yönde ne varsa görmesini sağla­malıydı. Acaba korucu onu saklamış mıydı?

"Vereesa Rüzgârkoşan... Hafif de olsa bir ses çıkar ki beni duyduğunu anlayayım."


Hâlâ hiçbir tepki yoktu.

"Elf!" Ejderha ilk kez olarak soğukkanlılığını neredeyse yitiriyordu. "Elf!"

Hâlâ ne bir karşılık, ne bir görüntü vardı. Korialstrasz bü­tün dikkatiyle madalyona odaklandı. Herhangi bir ses, en azından bir orkun kaba hırıltısını duymaya çalışıyordu.

Hiçbir şey yoktu.

Çok geç... Birden ortaya çıkan vicdan azabı Rhonin'in kur­tarıcılarına bir fayda sağlayamayacaktı. Onlar da ejderhanın düşüncesizliğinin kurbanı olmuştu.

Krasus, Rhonin'in suçluluk duygusuyla oyun oynamak için büyücünün son görevinde kaybettiği yol arkadaşlarının hatıralarıyla oynamıştı. Bu durum Rhonin'in hassaslaştırmıştı. Şimdiyse Krasus insanın neler hissettiğini anlamaya başla­mıştı. Alexstrasza genç ırklardan bahsederken sesinin tonu, sanki onlar da kendi çocuklarıymış gibi, hep şefkat ve ilgi do­lu olurdu. Eşine de aynı şefkat hissini aşılamış ve ejderha da Krasus kılığında, insanların olması gereken şekilde olgunluğa eriştiklerinden emin olmak için büyük çaba harcamıştı. An­cak kraliçesinin orklar tarafından tutsak edilmesi aklını başın­dan almış ve Korialstrasz’ın, kraliçesinin öğretilerini unutma­sına neden olmuştu... Şimdiye kadar.

Yine de bu üçü için artık çok geçti.

"Ama senin için hâlâ geç değil, kraliçem," diye gürledi ej­derha. Eğer bundan sağ çıkarsa yaşamım, Rhonin ve diğerle­rine karşı yetersizliğini telafi etmeye adayacaktı. Ama şimdi önemli olan tek şey eşinin kurtarılmasıydı. Alexstrasza onu anlayacaktı... En azından öyle olmasını umuyordu.

Görkemli kırmızı ejderha kanatlarını sonuna kadar açarak havalandı ve kuzeye yöneldi.

Grim Batol'a...


 

on dokuz

Nekros Kafatasıezen yıkıma aldırmamıştı. Canı sıkıl­mış sa da bunun kendisini amacından uzaklaştırma­sına izin vermemeye kararlıydı.

"Büyücüden de kurtulmuş olduk..." diye mırıldandı ork. İnsanın nasıl bir büyü yapıp da sonuçta yenilmez sanılan golemi de yok ettiğini düşünmemeye çalışıyordu. Çok güçlü bir büyü olduğu belliydi. Öyle ki sadece büyücünün hayatına mal olmamış, tünellerin koca bir bölümünde dağın çökmesi­ne neden olmuştu.

"Kazıp cesedi çıkaralım mı?" diye sordu savaşçılardan biri.

"Hayır. Zaman kaybı olur," Nekros, iblis Ruhu'nun bulun­duğu keseyi kavradı. Umutsuz planlarının son evresini kafa­sında hesapladı. "Grim Batol'u hemen şimdi terkediyoruz."

Öbür orklar onu takip ettiler. Çoğu, bu birden kararlaştı­rılmış olan kaleden ayrılma işinden hâlâ rahatsızdı ama geri­de kalma fikrine de sıcak baktıkları söylenemezdi. Özellikle de büyücünün yaptığı büyünün, geri kalan tünel sistemini zayıflatmış olması ihtimali düşünülünce...

İnanılmaz bir basınç Rhonin'in başım ezmekteydi. Bu ba­sınç o kadar büyüktü ki büyücü, kafatası her an parçalanıp dağılacakmış gibi hissediyordu. Epey çaba harcayarak gözkapaklarını araladı. Üstüne baskı yapan şeyin ne olduğunu çöz-


meyi ve onu kendisinden bir an önce nasıl uzaklaştırabileceğini bulmayı umuyordu.

Bulanık bakışlarını yukarı çevirince birden nefesi kesildi.

Kayalardan oluşan bir çığ, tam anlamıyla bir tondan faz­lası, büyücünün başının otuz santim kadar yukarısında, hava­da asılı duruyordu. Yarattığı büyülü kalkanın tek görünür be­lirtisi olan loş bir aydınlık, onun neden ezilip pelteye dön­mediğini açıklıyordu.

Anladığı kadarıyla başındaki basınç, zihninin büyüyü işler kılan (ve böylece Rhonin'in hayatını kurtaran) bir bölümün­den kaynaklanıyordu. Ancak gittikçe artan acı, tuzağa düşmüş büyücüye her geçen saniyeyle birlikte büyünün zayıfladığını belli ediyordu.

Basıncın bir kısmını olsun hafifletmek umuduyla daha ra­hat bir pozisyon almaya çalıştı... ve başının altında onu ra­hatsız eden bir şey hissetti. Rhonin bir çakıl olduğunu sandı­ğı şeyi oradan çekmek için dikkatle uzandı ama elleri ona de­ğer değmez büyücü hafif bir büyü belirtisi sezdi.

Merak dikkatini bir an için tepesindeki dehşet manzarasın­dan uzaklaştırdı. Rhonin nesneyi görebileceği kadar kendine çekti.

Bu siyah bir mücevher taştı. Kesinlikle bir zamanlar Kanatlıölüm'ün madalyonun ortasına yerleştirilmiş olan taşın ta kendisi...

Rhonin kaşlarını çattı. Madalyonu son gördüğü zaman Kryll'in ölümünün hemen sonrasıydı. O sırada taşa hiç dikkat etmemişti, Zihni daha çok, tehlike altında olan Vereesa'ya ve...

Vereesa Zihni birden elfin yüzüyle doldu. Korucu ve cüce çok daha uzakta, ilk büyünün koruma alanındaydı ama...

Onları görmeye çalışarak kıpırdandı ama hareket ettiği an­da başındaki basınç ikiye katlandı ve yukarıdaki taşlar çok de­ğerli birkaç santim kadar daha aşağı indi.

Aynı anda derinden gelen bir küfür duydu.


"F - Falstad?" diye inledi Rhonin.

"Evet..." diye uzak bir yerden karşılık geldi. "Dümdüz ol­mamamızdan yaşadığını anlamıştım, büyücü ama asla uyanmayacağımı düşünmeye başlamıştım! Tam zamanında!"

"Sen... Vereesa hayatta mı?"

"Buna cevap vermek zor. Yaptığın büyüden yayılan ışık onu biraz görebilmemi sağlıyor ama kontrol edemeyeceğim kadar uzakta! Uyandığımdan beri ses çıkardığını "duymadım!"

Rhonin dişlerini sıktı. Vereesa yaşıyor olmalıydı. "Falstad!

Kayalar senden ne kadar yüksekte?"

Cüce acı bir alayla güldü. "Bunumu gıdıklayacak kadar ya-kınımdalar, insan! Yoksa buradan çoktan sıyrılmış ve onun durumunu kontrol etmiş olurdum! Kendi cenazeme canlı ola­rak katılacağım hiç aklıma gelmezdi!"

Büyücü onun son söylediğini umursamadı. Aklı, cücenin çığın yakınlığıyla ilgili sözlerindeydi. Anlaşılan büyü Rhonin'den uzaklaştıkça etki alam da azalıyordu. Vereesa da Fals­tad da ezilmekten kurtulmuştu ama korucunun başına sert bir darbe gelmiş olabilirdi... Hatta belki de elf ölümcül bir dar­beyle hayatını kaybetmişti.

Yine de Rhonin bunun aksini dilemek zorundaydı.

"İnsan... Eğer çok fazla şey istemiş olmayacaksam... Bizim için bir şeyler yapabilir misin?"

Onları kurtarabilir miydi? O kadar kuvveti ya da büyüsel gü­cü kalmış mıydı? Siyah taşı cebine attı. Şu anda bütün dikka­tini çok daha çaresiz bir duruma yönlendirmişti. "Bana bir­kaç saniye daha ver..."

"Başka ne yapabilirim ki zaten?"

Büyücünün başındaki basınç korkunç bir hızla artmaya devam ediyordu. Rhonin yarattığı kalkanın daha fazla daya­nabileceğinden kuşkuluydu ama yine de bu ikinci ve büyük olasılıkla daha karmaşık büyüyü yapmaya çalışırken diğerini koruması gerekiyordu.


Hem üçünü de bu tehlikeden uzağa taşıması, hem de on­ları güvenli bir yere göndermesi lazımdı. Ve bütün bunları yaparken bitap vücudu bin bir güçlükle dayanmaya çalışıyor­du.

Büyü nasıldı? Düşünmek ona acı verse de Rhonin sonun­da büyülü sözleri hatırladı. Ancak bu girişimi dikkatini kal­kandan uzaklaştıracaktı. Eğer fazla uzun sürerse...

Başka seçeneğim var mı?

"Falstad, şimdi deneyeceğim..."

"Bu beni acayip sevindirir, insan! Sanırım kayalar şimdi­den göğsüme baskı yapıyor!"

Doğru, Rhonin de bu hareketlenmeyi fark etmişti. Kesin­likle elini çabuk tutması gerekiyordu.

Sözcükleri mırıldandı ve büyüsel gücü çekti...

Üstündeki kayalar uğursuzca kıpırdadı.

Rhonin sağlam elini kullanarak bir işaret çizdi.

Kalkan büyüsü yok oldu. Tonlarca ağırlıkta taş yığını üçlü­nün üstüne döküldü...

... ve büyücü birden kendini sırt üstü yatıp bulutlarla kap­lı gökyüzüne bakarken buldu.

"Dagath'ın Çekici adına!" diye yan taraftan kükredi Fals­tad. "Bu kadar yakın geçmen şart mıydı?"

Çektiği acıya rağmen Rhonin doğrulup oturdu. Soğuk rüz­gâr onun, içinde bulunduğu sersemlik halinden çıkmasına yardım ediyordu. Bakışlarını cücenin olduğu yöne çevirdi.

Falstad da yattığı yerden doğrulup oturmuştu. Griffon bi­nicisinin gözlerinde ilk kez olarak savaşmaktan kaynaklanma­yan, vahşi bir bakış vardı. Cücenin beti benzi atmıştı. Rho­nin hiç korkusuz savaşçıyı asla bu halde hayal edemezdi.

"Asla, asla, asla başka bir tünele girmeyeceğim! Bundan sonra benim için sadece gökyüzü var! Dagath'ın Çekici adına!"

Büyücü tam ona karşılık verecekken daha uzaktan gelen bir inilti dikkatini çekti. Titrek ayaklarının üstünde doğrulan


Rhonin, Vereesa’nin yüzükoyun yatan bedenine doğru güç­lükle ilerledi. İlk başta Rhonin inilti sesini kendi hayalinde canlandırıp canlandırmadığım merak etti. Korucu tamamen cansız görünüyordu... Ama sonra Vereesa tekrar inledi.

"O... O yaşıyor, Falstad!"

"Evet, bahse girerim inlemesinden anlamışsındır! Elbette yaşıyor! Yalnız acele etme! Durumu ne alemde?"

"Bakalım..." Rhonin elfi dikkatle sırtüstü çevirip onun yü­zünü, başını ve vücudunu inceledi. Birkaç çürüğü ve kolun­da kan lekeleri vardı ama bunlar dışında diğer ikisi kadar iyi durumdaydı.

Büyücü onun alnındaki bir çürüğe bakmak için elfin ba­şını dikkatle kaldırmışken Vereesa’nin gözleri heyecanla açılıverdi. "Rho(...) Rhonin..."

"Evet, benim. Sakin ol. Sanırım başına sert bir darbe al­mışsın."

 

"Hatır... Hatırlıyorum..." Korucu gözlerini bir an için ka­padı... Sonra birden, gözleri alev alev parlayarak, ağzı dehşet­le aralanmış halde doğruldu. "Tavan! Tavan üstümüze çöküyor!"

"Hayır!" Büyücü onu sıkı sıkı tuttu. "Hayır, Vereesa! Gü­vendeyiz! Güvendeyiz..."

"Ama mağara tavanı..." Elfin yüzündeki ifade sakinleşti. "Artık mağarada değiliz... İyi ama neredeyiz, Rhonin? Bura­ya nasıl geldik? Zaten nasıl sağ kalabildik ki?"

"Bizi golemden kurtaran kalkanı hatırlıyor musun? Cana­var kendini yok ettikten sonra kalkanın etkisi devam etti, hatta tavan çöktüğünde bile. Koruma alanı küçüldü ama kal­kanın etkisi ezilip ölmemizi engelleyecek kadar devam et­ti."

"Falstad! O..."

Cüce, korucunun diğer yanında belirdi. "O hepimizi kur­tardı, elf leydim. Bizi kurtarıp sonra da dünyanın ücra bir kö­şesine attı!"


Rhonin'in gözleri kısıldı. Ücra bir köşe mi? Büyücü etra­fına bakındı. Karlı dağ sırası, her an biraz daha soğuyan rüz­gâr ve hepsinin üstünü kaplayan inanılmaz bir bulut küme­si... Büyücü nerede olduklarını çok iyi biliyordu, hatta onları çevreleyen karanlığa rağmen. "Ücra bir köşe değil, Falstad. Sanırım üçümüzü dağın tam tepesine getirdim ve sanırım orklar dahil her şey çok aşağımızda kaldı."

"Dağın tepesi mi?" diye tekrarladı Vereesa.

"Eh, bu mantıklı."

"Ve sizi her an biraz daha net görüyor olmamdan, şafa­ğın sökmek üzere olduğunu tahmin ediyorum." Rhonin'in yüzü tekrar asıldı. "Bu da eğer Nekros Kafatasıezen sözünün eri bir orksa, bütün kalenin yumurtalar ve diğer her şeyle birlikte buradan her an ayrılabileceği anlamına geliyor."

Vereesa ve cüce ona baktı. "Niye böyle budalaca bi şey yapsınlar ki?" diye sordu Falstad. "Neden bu kadar güvenli bi yerden ayrılsınlar?"

"Yakın zamanda batıdan gerçekleşecek bir istila yüzünden. Hızlı ve kurnaz griffonlara binen büyücüler, cüceler... Yüz­lercesi hatta binlercesi. Hatta belki de birkaç elf. Bu kadarına karşı, üstelik büyücüler de söz konusu olunca, Nekros ve adamların kendilerini dağın içinden bile savunmaları müm­kün değil..." Büyücü başını iki yana salladı. Eğer komutan elindeki büyülü nesnenin gerçek gücünden haberdar olsaydı durum farklı olabilirdi; ama anlaşılan ya Nekros bunun far­kında değildi ya da Dun Algaz'daki efendilerine bağlılığı da­ha güçlüydü. Ork kuzeye gitme kararı almıştı ve kuzeye gi­decekti de.

Falstad buna hâlâ inanamamıştı. "İstila mı? Böyle delice bi fikri bi ork bile nereden çıkarmış olabilir ki?"

"Bizden. Bizim buradaki varlığımızdan. Özellikle de be­nim. Kanatlıölüm benim, yakındaki bir istilanın kanıtı olarak burada olmamı istedi! Bu Nekros delinin teki! Anlaşılan za-


 

ten çok yakında bir saldırı olacağına inanıyormuş! Ben de on­ların ortasında beliriverince bundan kesin emin oldu!" Rhonin artık uyuşmuş olan kırık parmağına göz attı. Fırsatı olunca bunu halletmesi gerekecekti ama şu an için tek bir par­maktan çok daha fazlası tehlikedeydi.

"Peki ama siyah ejderha neden orkların ayrılmasını istesin ki?" diye sordu korucu. "Bundan ne çıkarı olacak?"

"Sanırım bunu biliyorum..." Doğrulan Rhonin dağın ya­macına yaklaşıp aşağıya göz gezdirdi. Rüzgârın etkisiyle ya­maçtan aşağı uçmamak için tutunmuştu. Hâlâ aşağıda hiçbir şey görememişti ama hayal meyal bir ses duymuş gibi gel­di ona... Bu dışarı çıkmakta olan arabalarla dolu askeri bir konvoy olabilir miydi? "Sanırım, beni ikna etmeye çalıştığı gibi, kırmızı Ejderhakraliçesi'ni kurtarmak yerine onu katlet­mek istiyor! Kraliçe içerideyken bu çok riskli olurdu ama açıkta bir anda üstüne çullanıp onu tek bir hamlede öldüre­bilir!"

"Emin misin?" diye sordu elf, onun yanma gelip.

"Böyle olmalı." Rhonin bakışlarını yukarı kaldırdı. Üstle­rindeki kalın bulut örtüsü bile şafağın hızla yaklaşmakta ol­duğu gerçeğini gizleyemiyordu. "Nekros şafakla birlikte bu­radan ayrılmak istiyordu..."

"O budalanın teki mi?" diye mırıldandı Falstad. "Kahro­lası ork gecenin karanlığında ayrılsa daha mantıklı bi iş yap­mış olurdu!"

Rhonin, Falstad'a olumsuz anlamda başım salladı. "Kanatlıölüm gece gayet iyi görür, hatta belki de hepimiz­den daha iyi! Nekros sorgulama sırasında bir ara her şeye hazırlıklı olduğunu söyledi, Kanatlıölüm'e bile! Aslında si­yah ejderhanın ortaya çıkmasını dört gözle bekler gibi bir . hali bile vardı!"

"İyi de bu tam bir saçmalık!" diye karşılık verdi korucu. "Tek bir ork onu nasıl yenebilir?"

 


 

"Ejderhakraliçesi'ni nasıl kontrol altında tutuyor... ve golem gibi bir yaratığı nasıl çağırıyor?" Bu sorular onu haddin­den fazla rahatsız ediyordu. Orkun taşıdığı nesne kesinlikle çok önemli özelliklere sahipti ama gerçekten bu kadar güçlü olabilir miydi?

Falstad birden 'sessiz olun' anlamında elini salladı ve par­mağıyla kuzey batıyı, dağın çok ilerisini işaret etti.

Kocaman, karanlık bir şekil yüksek bulutların arasından bir an için çıktı, sonra da yükselip tekrar görünürden kaybol­du.

"Bu Kanatlıölüm..." diye fısıldadı griffon binicisi.

Rhonin başıyla onayladı. Tahmin zamanı geride kalmıştı. Kanatlıölüm geliyorsa bu bir tek anlama gelirdi. "Olacak olan her neyse, artık başladı."

Şafağın ilk ışığı Grim Batol'un üstüne düştüğünde uzun ork konvoyu dışarı çıkmıştı. Arabalar başta ve sonda duran, yeni bilenmiş balta, kılıç ve mızrak taşıyan savaşçılarca koru­nuyordu. İşçi sürücülerin yanında muhafızlar yer alıyordu, özellikle de kıymetli ejderha yumurtasıyla yüklü arabalarda. Orkların her biri düşmanla her an karşılaşmaya hazır gibi yol alıyordu çünkü batıdan beklenen istila haberi en düşük kade­meli orka kadar ulaşmıştı.

Orkların çok azında olan atlardan birine binen Nekros Kafatasıezen, konvoyun ayrılışını sabırsızlıkla seyrediyordu. Ej­derha binicilerini binekleriyle birlikte Dun Algaz'a doğru yol­lamıştı. Böylece girişimi başarısız bile olsa Güruh'un- hâlâ kullanabileceği birkaç ejderhası olacaktı. Onları yumurtaların taşınmasında kullanamamış olması çok yazıktı ama daha ön­ceki bir deneme, komutana bunun ne kadar aptalca bir çaba olduğunu öğretmişti.

Bir ejderhayı taşıyabilecek ölçülerde bir araba yapmaları imkânsızdı, bu yüzden de iki büyük canavarın idaresi Nek-


ros un başına kalmıştı. Hem Alexstrasza, hem de heybetli Tyran konvoyun en arkasında ilerliyordu. İblis Ruhu'nun üstle­rindeki gücünden her zaman haberdardılar. Hasta erkek için bu çok zorlu bir durumdu. Nekros erkek ejderhanın yolcu­luktan sağ çıkabileceğinden şüpheliydi ama ork başka seçenek olmadığını da biliyordu.

Yine de iki dev yaratık etkileyici bir manzara oluşturuyor­du. Dişi, erkekten daha sağlıklı olduğundan aynı zamanda da­ha göz alıcıydı da. Nekros bir kere kraliçenin ork komutanı­na ters bir bakış attığını gördü. Ejderhanın kini gözlerine yansıyordu. Orkun hiç umurunda değildi bu. Bütün ejderha­ları dize getirebilecek olan nesne kendisinde olduğu sürece Ejderhakraliçesi her şeye itaat edecekti.

Ejderhalar aklına gelince, ork bakışlarını gökyüzüne çevir­di. Kapalı gökyüzü herhangi bir ejderhanın saklanabileceği sayısız yer sağlıyordu ama eninde sonunda bir şey olması gerekiyordu. îttifak kuvvetleri çok uzakta olsa bile Kanatlı-ölüm kesinlikle gelecekti. Nekros hesaplarını buna göre yap­mıştı.

İnsanlar, zafer için siyah ejderhaya güvenmenin ne kadar aptalca bir iş olduğunu öğreneceklerdi. Bir ejderhayı yöneten elbette diğerini de yönetirdi. Ork komutanı, İblis Ruhu'yla bü­tün yaratıkların en vahşisini ele geçirecekti. O, Nekros, Kanatlıölüm’ün efendisi olacaktı... ama bunun için lanet sü­rüngenin ortaya çıkması lazımdı.

"Nerdesin, seni kahrolası yaratık?" diye mırıldandı ork. "Nerdesin?"

Savaşçıların son sırası mağara ağzından çıkmıştı. Nekros onların düzenli adımlarla geçişlerini seyretti. Mağrur ve vah­şi halleriyle, Güruh'un yenilmek nedir bilmediği, katledemeyeceği hiçbir düşman tanımadığı günlerin anılarını hissedi­yorlardı. Kanatlıölüm emrine girince bu şan ve şerefi halkına yeniden yaşatacaktı Nekros. Güruh yeniden yükselecekti, hat-


ta teslim olmuş olanlar bile. Orklar İttifak topraklarını silip süpürecek, insanları ve diğerlerini kesip biçecekti.

Belki de Güruh'un yeni bir şefi olacaktı. Nekros ilk kez kendini böyle bir mevkide hayal ediyordu. Zuluhed'in bile onun karşısında eğileceği bir mevki... Evet, halkını zafere ta­şıyan ork elbette hükümdar seçilecekti.

Savaş şefi Nekros Kafatasıezen...

Atını ileri sürüp tekrar konvoyun yanma geldi. Onlarla bir­likte ilerlemezse bu kuşku uyandırabilirdi. Ayrıca nerede dur­duğu da çok önemli değildi aslında; İblis Ruhu onda oldukça uzak bir mesafeden kontrol sağlıyordu. Ork istemeden hiçbir ejderha büyülü nesne tarafından serbest bırakılamazdı... ve kır saçlı orkun da kesinlikle böyle bir niyeti yoktu.

Neredeydi bu kahrolası siyah canavar?

Sanki onun aklından geçen soruya cevaben kulakları sağır eden bir uluma sesi yükseldi. Ancak uluma Nekros'un ilk başta sandığı gibi gökyüzünden değil, orkları çevreleyen top­rağın ta kendisinden gelmişti. Ses, etrafa bakınıp düşmanı arayan savaşçılar arasında korkuya neden oldu.

Bir an sonra yerden cüceler fış kırdı.

Her yerdeydiler. Nekros'un bile bütün Khaz Modan'da hâ­lâ var olabileceğini sanmadığı kadar çok cüce vardı burada. Toprağın içinden taşıyorlar, baltalarını savurup kılıçlarını sal­layarak konvoya her yönden saldırıyorlardı.

Bir an için şaşkınlıktan kalakalmış olan orklar çabucak ken­dilerine geldi. Kendilerine özgü savaş naralarım atarak saldı­ranları karşılamak için döndüler. Muhafızlar arabaların yanın­da kalsa da kendilerini savaşa hazırlamıştı. Çoğu konuda bir halta yaramayan işçiler bile sopalarını çıkarmışlardı. Bir or­kun küçük bir odun parçasıyla bir şeyleri ezmeyi öğrenmesi için fazla bir eğitim gerekmiyordu.

Nekros kendisini çekip atından indirmeye çalışan bir cü­ceyi  tekmeleyip uzaklaştırdı.  Komutanın yaverlerinden biri


hızla araya girdi ve onunla cüce arasında bire bir, valisi bir savaş başladı. Duruma uyum sağlayabilmek için az bir zama­na ihtiyacı olan Nekros atını arabaların yanma yönlendirdi. Bir istila yerine artıkçıların saldırısıyla karşılaşmışlardı. Bun­lar her halde dağın etrafındaki tünellerde bulunduklarından her zaman haberdar olduğu çapulcu çetesiydi. Sayıları göz önüne alınırsa trollerin işlerini layığıyla yapamadığı anlaşılı­yordu.

Peki ama Kanatlıölüm neredeydi? Ork planlarını ejderhaya göre yapmıştı. Ortada bir ejderha olmalıydı!

Yeri göğü inleten bir kükreme savaşanları titretti. Koca­man bir figür kaim bulutların arasından yarı görünür bir şe­kilde çıktı ve ileri fırlayıp orklara doğru pike yaptı.

"Sonunda! Sonunda geldin seni siyah..." Nekros Kafatası-ezen donup kaldı. Kafası tam anlamıyla karmakarışık olmuş­tu, iblis Ruhu'nu kavradı; ama o anda onu tasarladığı gibi kul­lanmayı düşünemiyordu bile.

Ona doğru pike yapan ejderhanın pulları siyah değil, ateş rengindeydi.

"Oraya inmemiz lazım," diye mırıldandı Rhonin. "Neler olduğunu görmem lazım!"

"Odada yaptığın şeyi yapamaz mısın?"

"Eğer yaparsam oraya indiğimizde kendimizi korumak için hiç gücüm kalmaz.. Ayrıca nereye ineceğimizi de bile­miyorum. Baltasını savuran bir orkun tam karşısında belir­mek ister miydin?"

Vereesa yamaçtan aşağı kısa bir bakış attı. "Aşağıya kaya­lara tutunarak memeyiz gibi görünüyor."

"Eh, burada sonsuza kadar kalamayız!" Cüce kısa bir süre etrafı adımladıktan sonra birden sanki pis bir şeye basmış gi­bi durup onlara baktı. "Hestra'nın kanatları adına! Ne apta­lım! Belki hâlâ buralardadır!"


Rhonin, Falstad'a sanki cüce tozutmaya başlamış gibi bak­tı. "Neden bahsediyorsun? Kim buralardadır?"

Falstad ona' cevap vermek yerine elini ceplerinden birine götürdü. "Kahrolası troller onu benden almıştı; ama Gimmel  geri iade etmişti... Hah! İşte burada!"

Cebinden minik bir düdüğe benzer bir nesne çıkardı. Vereesa ve Rhonin, cüce düdüğü dudaklarına götürüp var gü­cüyle üflerken onu seyrettiler.

"Hiçbir şey duymadım," diye bilgi verdi büyücü.

"Duysaydın senden kuşku duymaya başlardım. Sadece bekle. İyi eğitilmiştir. Şimdiye kadarki en iyi bineğim. Hatır­latırım, troller bizi bölgenin bu kadar uzağında yakalamamış­tı. Bir süre bekleyecektir..." Falstad şimdi daha az emin gö­rünüyordu. "Ayrıldığımızdan beri o kadar zaman geçmedi..."

"Griffonunu mu çağırmaya çalışıyorsun?" diye sordu ko­rucu, şüphelerini belli eden bir tonla.

"Bunu denemek kanatlanmayı denemekten daha iyi, öyle değil mi?"

Beklediler. Rhonin'e sonsuzmuş gibi gelen bir süre boyun­ca beklediler. Soğuk havaya rağmen büyücü gücünün yerine gelmeye başladığını hissediyordu... ama hâlâ grubu yanlış bir yere taşıyarak hepsinin ölümüne neden olmaktan korkuyordu.

Yine de anlaşılan bunu denemek zorundaydı. Büyücü doğ­ruldu. "Elimden geleni yapacağım. Dağın çok uzağında olma­yan bir alan hatırlıyorum. Sanırım Kanatlıölüm onu bana zih­nimde göstermişti. Üçümüzü oraya taşıyabilirim her halde."

Vereesa, Rhonin'in koluna yapıştı. "Emin misin? Henüz hazır görünmüyorsun." Korucunun gözleri kaygı doluydu. "Odada yaptığın şeyin sana neye mal olduğunu biliyorum, Rhonin. O büyü basit bir şey değildi. Üstelik onu hem beni, hem de Falstad'ı koruyacak kadar sürdürmeyi basardın..."

Elfin ne demek istediğini çok iyi anlıyordu ama başka se­çenekleri yoktu. "Bunu yapmazsam..."


Kanatlı, iri bir suret bulutların arasından şekillendi. Rhonin de elf de Kanatlıölüm’ün saldırıya geçtiğinden emin ola­rak o yöne döndü.

Sadece dikkatle seyretmekte olan Falstad sonları gelmiş gi­bi bir tepki vermemişti. Cüce gülerek ellerini yaklaşmakta olan şekle doğru kaldırdı.

"Duyacağını biliyordum! Gördünüz mü? Duyacağını bili­yordum!"

Griffon öyle bir tonda öttü ki büyücü bunun sevinç ifade­si olduğuna yemin edebilirdi. Devasa hayvan onlara doğru hızla uçuyordu... Daha doğrusu binicisine doğru. Hayvan tam anlamıyla Falstad’ın üstüne sıçradı. Griffonun çırpmakta oldu­ğu kanatları, bütün ağırlığıyla cüceyi ezmesini engelliyordu.

"Heyt! Benim akıllı oğlum! Şimdi aşağı in!"

Falstad’ın karşısına iniş yapan griffonun kuyruğu yarı aslan bir yaratıktan çok bir köpeğinki gibi ileri geri sallanıyordu.

"Eee?" diye arkadaşlarına sordu kısa boylu savaşçı. "Gitme zamanı gelmedi mi?"

Ellerinden geldiğince hızlı griffona bindiler. Hâlâ en zayıf­ları olan Rhonin cüceyle Vereesa’nin arasına oturdu. Büyücü­nün griffonun üçünü de taşıyabilecek kapasitede olup olma­dığıyla ilgili kuşkuları vardı ama hayvan bunu gayet iyi ba­şardı. Daha uzun bir yolculukta, Falstad’ın da kabul edeceği gibi, biraz sorun yaşayabilirlerdi ama kısa bir gezinti griffon için mesele değildi.

Birkaç saniye sonra bulutların arasından çıktılar... ve hiç beklemedikleri bir manzarayla karşılaştılar.

Rhonin duyduğu savaş seslerini, cücelerin orkların araba konvoyunun hantallığından yararlanma çabaları olarak yorum­lamıştı ama görmeyi beklemediği şey savaş alanının üstünde süzülen, Kanatlıölüm'den başka bir ejderhanın varlığıydı.

"Kırmızı bir ejderha!" diye seslendi korucu. "Hem de yaş­lı bir erkek! Dağda yetiştirilenlerden biri de değil!"


Büyücü de bunu fark etmişti. Kraliçe, bir ejderhanın bu kadar olgunlaşacağı kadar uzun zamandır orkların elinde de­ğildi. Ayrıca Güruh'un, ejderhaları çok büyük ve başına buy­ruk olmadan katletmek gibi bir huyu da vardı. Ancak genç olanlar ork terbiyecileri tarafından rahatlıkla idare edilebili­yordu.

O halde kırmızı dev nereden gelmişti ve şu anda burada ne işi vardı?

"Nereye inmemizi istersin?" diye bağırdı Falstad, büyücü­ye daha acil olan durumu hatırlatarak.

Rhonin çevreyi hızla taradı. Savaş çoğunlukla konvoyun etrafıyla sınırlı gibiydi. At sırtındaki Nekros Kafatasıezen'in, tek elinde kapalı havaya rağmen parıl parıl parlayan bir şey tutmakta olduğunu gördü. Büyücü bu nesnenin ne olduğunu anlamaya çalışırken Falstad’ın sorusunu unutmuştu. Nekros nesneyi yeni gelen ejderhaya doğrultmuş gibiydi...

"Eee?" dedi cüce.

Gözlerim orktan ayıran Rhonin dikkatini topladı. "Oraya!" Ork konvoyunun en arkasından az ötedeki bir yokuşu işaret ediyordu. "Sanırım en iyi yer orası!"

"Diğer her yer kadar iyi görünüyor!"

Binicisinin ustaca idaresiyle Griffon onları çabucak gide­cekleri yere ulaştırdı. Rhonin hemen binekten aşağı atlayıp duruma göz gezdirmek için yokuşun kenarına koştu.

Gördüğü manzara hiçbir mantığa sığmayacak türdendi.

Nekros'a saldırmaya hazır görünen ejderha şimdi güçlük­le havada asılı duruyor, görünmez bir düşmanla olağanüstü bir mücadele içindeymiş gibi kükrüyordu. Büyücü tekrar ork komutanını incelediğinde Nekros'un elindeki ışıltılı nesnenin parlaklığının her an biraz daha arttığını fark etti.

Bu bir çeşit büyülü nesneydi ve şu an kendisinin bile se­zebildiği ölçüde bir etki yayacak kadar güçlüydü. Rhonin ba­kışlarım büyülü nesneden kırmızı ejderhaya çevirdi.


Orklar Ejderhakraliçesi üstünde nasıl kontrol sağlamışlardı? Bu, geç­mişte kendi kendine birçok kez sorduğu bir soruydu... ve şimdi Rhonin gerçeği kendi gözleriyle görüyordu. Kırmızı ejderha karşı koymaya çalıştı; büyücünün hiçbir yaratıktan beklemeyeceği kadar büyük bir azimle çabaladı. Üçü de onun acı dolu kükremelerini duyuyor ve çok az var­lığın yaşamış olduğu bir azap yaşadığını biliyordu.

Sonra, kulak tırmalayıcı son bir çığlık atan dev birden güçsüzleşti. Bir an havada asılı kalıp sonra da savaş alanının biraz uzağındaki toprağa bir taş parçası gibi indi.

"Öldü mü?" diye sordu Vereesa.

"Bilmiyorum." Eğer büyülü nesne ejderhayı öldürmediyse yüksekten düşüş aynı tehlikeyi yaratmış olmalıydı mutla­ka. Büyücü bakışlarını çevirdi. Bu kadar azimli bir yaratığın yok olup gitmesini seyretmek istemiyordu... Ve birden başka bir devasa suretin bulutların içinden çıktığını gördü. Bu se­ferki siyah bir kabustu.

"Kanatlıölüm!" diye diğerlerini uyardı Rhonin.

Siyah ejderha konvoya doğru süzüldü ama ne Nekros'a ne de iki tutsak ejderhaya doğru yönelmişti. Aksine doğrudan beklenmedik bir hedefe doğru uçmaktaydı: Yumurta yüklü arabalar.

Ork lideri sonunda onu görmüştü. Nekros dönüp büyülü nesneyi Kanatlıölüm'e doğru çevirdi ve aynı anda bir şeyler bağırdı.

Rhonin ve diğerleri siyah ejderhanın bile güçlü nesnenin etkisiyle çaresiz kalmasını bekliyordu ama garip bir şekilde Kanatlıölüm etkilenmemiş görünüyordu. Arabalara ve kuşku­suz onların taşıdığı yumurtalara doğru olan hücumuna devam etti.

Büyücü gözlerine inanamıyordu. "Alexstrasza’nın ne ölü­sü, ne de dirisi onun umurunda! O, kırmızı ejderhanın yumurtalarını istiyor!"


Kanatlıölüm arabalardan ikisini şaşırtıcı bir incelikle yaka­layıp yükseldi. O yükselirken arabaların üstlerindeki orklar aşağı  yuvarlanmıştı.   Ejderha  dönüp  uzaklaşırken  arabalara koşulmuş atlar çaresizce boşlukta sallanıyor ve feryat ediyorlardı.

Kanatlıölüm yumurtaları sağlam istiyordu. Peki ama ne­den? Onlar, yalnız ejderhanın ne işine yarardı ki?

Sonra Rhonin kendi sorusunu kendi cevapladığını fark et­ti. Kanatlıölüm yumurtaları kendisi için istiyordu. Ejderhalar yumurtalardan çıktığında renkleri kırmızı olacaktı ama siyah devin gözetiminde onlar da siyah ejderha kadar uğursuz bi­rer güce dönüşeceklerdi.

Nekros belki bunu fark ettiğinden ya da belki de sadece bu hırsızlığa tepki olarak, birden dönüp konvoyun sonuna bağırdı. Büyülü nesneyi hâlâ yukarıda tutuyordu ama şimdi diğer eli, uzaklaşmakta olan devi işaret ediyordu.

İki kırmızı ejderhadan erkek olanı kanatlarını ağır ağır açıp siyah ejderhanın peşinden gitmek için havalandı. Rho­nin daha önce hiç bu kadar hasta, bu kadar ölmek üzere bir ejderha görmemişti. Yaratığın bu kadar yükseğe uçabilmesi büyücüyü gerçekten şaşırtmıştı. Nekros her halde bu güçten düşmüş ejderhayı diğer daha genç ve daha güçlü ejderhayla bir tutmuyordu?

Bütün bunlar olurken orklarla cüceler hâlâ savaşıyordu; ama kısa boylu savaşçıların mücadelesi şimdi çaresizlik ve düş kırıklığıyla dolmuş gibiydi. Neredeyse bütün umutlarını ilk kırmızı erkek ejderhaya bağlamışlar gibi görünüyordu. Eğer gerçekten öyleyse Rhonin umutlarını yitirmelerini anlayabili­yordu.

 

"Anlamıyorum," dedi Vereesa, insanın arkasından. "Krasus neden yardım etmiyor? Büyücünün burada olması gere­kirdi! Tepe cücelerinin sonunda saldırıya geçme sebebi o ol­malı kesinlikle!"-


Krasus! Bütün bu heyecan içinde Rhonin hamisini unut­muştu. Aslında yüzü görünmeyen büyücüye soracağı sorular vardı. "Onun bunla ne ilgisi var?"

Elf anlattı. Rhonin onu dinledi. Önce inanamayarak, son­ra gittikçe artan bir öfkeyle... Evet, kuşkulanmaya başladığı gibi, konsey üyesi tarafından kullanılmıştı. Sadece kendisi de­ğil, Vereesa, Falstad ve göründüğü kadarıyla aşağıdaki çaresiz cüceler de...

"Ejderhayı hallettikten sonra bizi dağın içine kadar getir­di," diye tamamladı anlattıklarını Vereesa. "Bundan kısa bir süre sonra da benimle konuşmayı kesti." Elf madalyonu çı­karıp büyücüye gösterdi.

Kanatlıölürn'ün daha önce Rhonin'e vermiş olduğu ma­dalyona gerçekten çok benziyordu, hatta üstündeki desenlere varana kadar. Perişan haldeki büyücü, elf ve Falstad kendisi­ni kurtarmaya çalışırken onu fark etmiş olduğunu hatırladı. Krasus bu madalyonun nasıl yapıldığını ejderhalardan mı öğ­renmişti acaba?

Taş bir ara yerinden oynamıştı. Rhonin parmağıyla onu yerine geri itti ve mücevhere ters ters bakarak hamisinin ken­disini duymakta olduğunu hayal etti. "Eee, Krasus? Oralarda mısın? Senin için yapmamızı istediğin başka bir şey var mıy­dı? Belki senin için ölmemizi istersin?"

Boşa çaba... Madalyonun içinde nasıl bir güç vardıysa ar­tık yok olmuştu. Zaten Krasus da mümkün olsa bile cevap vermekle uğraşmazdı. Rhonin tılsımı bayırdan aşağı atmak için elini havaya kaldırdı.

Birden büyücünün zihninde boğuk bir ses inledi: Rhonin?

Öfkeli büyücü durdu. Gerçekten bir karşılık almış olması onu şaşırtmıştı.

Rhonin... Şükürler... şükürler olsun... Hâlâ... hâlâ bir umut... olabilir.

Yanındakiler Rhonin'i seyrediyordu. Ne yaptığından pek emin olamamışlardı. Düşünmeye çalışan Rhonin bir şey söy-


lemedi. Krasus un sesi hasta geliyordu, hatta neredeyse öle­cekmiş gibi.

"Krasus! Sen..."

Dinle! Enerjimi... saklamalıyım! Seni... seni görüyorum... Belki bir şey­leri değiştirebilirsin...

İçindeki kuşkulara rağmen Rhonin sordu: "Ne istiyor­sun?"

Önce... önce seni yanıma getirmem lazım.

Madalyon birden alev alev parlayıp hayretler içindeki bü­yücünün her yanma ateş kırmızısı bir ışık yaydı.

Vereesa büyücüye doğru uzandı. "Rhonin!"

Elfin eli Rhonin'in kolunun içinden geçti. Büyücü dehşet­le korucu -ve Falstad’ın (ve bütün bayırın) yok olmasını sey­retti.

Neredeyse hemen o anda büyücünün etrafında farklı, ka­yalık bir manzara şekillendi. Birçok savaşlar görmüş, kıraç bir yerdi burası. Şu anda da uzaklardaki bir başkasına şahitlik et­mekte olan bir yer... Krasus onu dağların batısına taşımıştı. Ork konvoyunun cücelerle dövüştüğü yerin çok uzağında de­ğildi bu yer. Rhonin sonuçta yaşlı büyücünün, kendisinin bu kadar yakınında olduğunu fark etmemişti.

Hain hamisi aklından geçince Rhonin etrafına bakındı. "Krasus! Kahrolası, göster kendini..."

Kendini yerde yatan bir devin gözlerine bakarken buldu. İnsanın, sadece birkaç dakika önce bir taş parçası gibi gökyü­zünden düştüğünü gördüğü aynı kırmızı ejderha... dev yara­tık bir kanadı havada, yan yatmıştı. Kafası yere dümdüz uzan­mıştı.

"Sana en içten... en içten özürlerimi sunarım, Rhonin," diye güçlükle gürledi devasa yaratık. "Sana... sana ve diğerle­rine yaşattığım bütün acılar için..."


YİRMİ

B

u kadar kolaydı. İşte bu kadar kolaydı. Kanatlıölüm en yakındaki yumurtaları kaptığında, planını daha en başta gözünde fazla büyütüp bü­yütmediğini merak ediyordu. Hep, dağa kendi haliyle ya da kılık değiştirip girmenin daha riskli olacağını düşünmüştü, özellikle de Alexstrasza’nın onun varlığını fark etmesi ha­linde. Tabii ki zarar görmesi gibi bir ihtimal söz konusu değildi ama göz koyduğu yumurtalar yok edilebilirdi. Bu olasılık, özellikle de yumurtalardan biri sağlıklı bir dişi ta­şıyor olabileceğinden, onu korkutmuştu. Çok önceleri Alexstrasza'yı asla kendi idaresi altına alamayacağına karar vermiş olan Kanatlıölüm’ün, pençelerine alabileceği her yu­murtaya ihtiyacı vardı. Böylece şansını artıracaktı. Aslında onun harekete geçmesini geciktiren de her şeyden çok bu olmuştu. Şimdiyse zamanını boşa harcamış gibi geliyordu ona. O zaman da aynı şimdi olduğu gibi, kimse karşısında duramazdı.

Kendi düşüncelerini düzeltti. Kendi ölümüne doğru uç­makta olan, hastalıklı, titrek, yaşını başını almış bir hayvan dışında...

"Tyran..." Kanatlıölüm öteki ejderhaya tam ismiyle hitap edip onu yüceltecek değildi. "Sen hâlâ ölmedin mi?"

"Yumurtaları geri ver!" diye inledi kırmızı dev.


Orkların köpekliği yapmak için yetiştirilsinler diye mi? En azından ben onları dünyanın gerçek efendileri yapacağım! Ejderha sürüleri bir kez daha gökyüzünde ve yeryüzünde hü­küm sürecek!"

Dermansız rakibi homurdandı. "Peki senin sürün nerede, Ölümkanatı? Ah, çektiğim acıdan unutmuş olmalıyım! Hepsi senin zaferin uğruna ölmüştü!"

Siyah ejderha tıslayıp kanatlarını sonuna kadar açtı. "Gel buraya, Tyran! Seni ölümün kollarına yollamaktan büyük ke­yif alacağım!"

"Orkun emri olsa da olmasa da seni son nefesime kadar kovalayıp öldüreceğim!" diye hırladı Tyran. Siyah ejderhanın gırtlağına diş geçirmek için atıldı ama son anda ıskaladı.

"Seni efendilerine kanlı küçük parçalar halinde geri yolla­yacağım, aptal ihtiyar!"

İki ejderha birbirine kükredi. Tyran’ın haykırışı Kanatlıölüm'ünkiyle kıyaslandığında sönük kalıyordu.

Ejderhalar saldırdılar.

Rhonin gözlerini dikip baktı. "Krasus?"

Kırmızı ejderha kafasını bir kez sallayacak kadar kaldırdı. "Bu benim... insan... insanken kullandığım... isim..."

"Krasus..." Şaşkınlık yerini burukluğa bıraktı. "Bana ve ar­kadaşlarıma ihanet ettin! Bütün bunları sen ayarladın! Beni kuklan yaptın!"

"Bunun için her zaman... pişmanlık duyacağım..."  :

"Sen Kanatlıölüm'den farklı değilsin!"

Bu söz ejderhanın yüzüne acı dolu bir ifadenin yerleşme­sine neden olmuştu ama dev yaratık kafasıyla onayladı. "Bu­nu hakediyorum. Belki de bu onun çok uzun zaman... zaman önce tuttuğu yoldur. Bir... birinin başkalarına neler... neler yaptığını görmemesi o kadar kolay ki..."

Savaşın uzaklardan gelen sesi burada bile yankılanıyor ve Rhonin'e kendi gururundan daha önemli meseleleri hatırlatı-


yordu. "Vereesa ve Falstad hâlâ oradalar... ve o cüceler! Hep­
si senin yüzünden ölebilir! Beni neden buraya getirdin, Krasus?"
              "Çü... çünkü hâlâ kargaşadan za... zafere ulaşma umudu

var... Benim oluşmasına yardım ettiğim kargaşadan..." Ejder­ha ayağa kalkmaya çalıştı ama sadece oturacak kadar doğru-labildi. "Sen ve ben, Rhonin... Bir şansımız var..."

Büyücü kaşlarını çattı ama bir şey söylemedi. Şu anda onu ilgilendiren tek şey Vereesa, Falstad ve tepe cücelerinin bu fe­laketten kurtulduğunu görmekti.

"Beni... beni hemen geri çevirmedin..; İyi. Bunun için sa... sana teşekkür ederim." .

"Sadece ne yapmak niyetinde olduğunu söyle."

"Ork komutanı büyülü bir nesne kullanıyor... İblis Ruhu. O nesnenin bütün ejderhalar üstünde etkisi var... Kanatlıölüm hariç."

Rhonin, Nekros'un onu nasıl siyah ejderha üstünde kul­lanmaya çalışıp hiçbir sonuç alamadığını hatırladı. "Neden Kanatlıölüm hariç?"

"Çünkü onu siyah ejderha yarattı," diye karşılık verdi yu­muşak bir kadın sesi.

Büyücü hızla dönerken ejderhadan bir şaşkınlık sesi yük­seldiğini duydu.

Dalga dalga, yeşil bir gecelik giymiş, güzel ama şeffaf gibi bir kadın, solgun dudaklarında hafif bir tebessümle büyücü­nün arkasında duruyordu. Rhonin geç de olsa onun gözleri­nin kapalı olduğunu fark etti ama yine de hem büyücüye, hem de ejderhaya yüzünü dönecek şekilde durmakta sorun yaşamıyor gibiydi.

"Ysera..." diye huşu içinde fısıldadı kırmızı dev.

Ancak kadın ona hemen karşılık vermek yerine Rhonin'in sorusuna cevap vermeye devam etti. "Kanatlıölüm'dü İblis Ruhu'nu yaratan ve o zaman için doğru bir amaç uğruna yaratıl-


mıştı. Yani biz böyle olduğuna inandık." Büyücüye yaklaştı. "O kadar inandık ki onun istediğini yerine getirdik, gücümü­zün bir kısmını onun içine aktardık."

"Ama o kendi gücünü aktarmadı, kendi gücünü aktarmadı!" diye çıkıştı tiz ve akıl sağlığı şüpheli bir erkek sesi. "An­lat ona, Ysera! Ona, iblisler yenildikten sonra onun nasıl bi­ze karşı kullandığını anlat! Kendi gücümüzü bize karşı nasıl kullandığını!"

Devasa bir kayanın üstüne dağınık mavi saçlı, gümüş ten­li, tam olarak insana benzemeyen, iskeletimsi bir figür tüne­mişti. Kendi vücudunun mavi ve gümüş renklerinde, yüksek yakalı cüppesiyle deli bir soytarıyı andırıyordu. Gözleri parıl-dadı. Hançere benzeyen parmaklan, üstüne çömelmiş olduğu kayaları tırnaklıyor, onların yüzeylerinde derin oyuklar oluş­turuyordu.

"Duyması gerekeni duyacak, Malygos. Ne daha fazlasını, ne de daha azını." Kadın tekrar hafifçe gülümsedi. Ondan daha uzun olan Rhonin kadına baktı. Şimdi kadın, büyücü­ye daha çok Vereesa'yı hatırlatıyordu... Ama hayalini kur­duğu haliyle Vereesa'yı- "Evet, Kanatlıölüm bize bu kısmı­nı anlatmadı ve tabii sanki o da bizim gibi fedakârlıkta bu­lunmuş gibi davrandı. Ancak kendisinin, bizim ırkımızın geleceğini, temsil ettiğine karar verdiğinde korkunç gerçeği keşfettik.""

Rhonin sonunda Ysera ve Malygos'un siyah ejderhadan onlardan biri olarak bahsettiğini fark etmişti. Bakışlarını tek­rar kırmızı ejderhaya çevirip kuşkularında haklı olup olmadı­ğını Krasus adıyla bildiği yaratığa sordu.

"Evet..." diye cevap verdi yaralı ejderha. "Onlar, oldukla­rını düşündüğün şeyler. Onlar beş büyük ejderhadan ikisi, ef­sanede dünyanın Görüntüler'i olarak geçerler." "Kırmızı dev onların gelişinden güç almış gibiydi. "Ysera... Düş Efendisi. Malygos... Büyünün Eli..."


"Burada sssadece zzzaman harcıyoruzzz," diye mırıldandı üçüncü bir ses, başka bir erkek sesi. "Kıymetli zzzamanı..."

"Ve de Nozdormu... Zamanın Efendisi!" dedi hayretler  içindeki kırmızı ejderha. "Hepiniz gelmişsiniz!"

Kumdan oluşmuş gibi duran kefenlere sarılmış bir figür Ysera'nın yanında duruyordu. Kukuletasının altındaki yüzü o kadar kuruydu ki kemiklerini kaplamaya ancak yetecek kadar eti vardı. Mücevher taşlarından gözleri gittikçe artan bir sa­bırsızlıkla ejderhaya ve büyücüye ters ters bakıyordu. "Evet, geldik! Ve eğer bu eğlence fazlasssıyla uzzzun sssürecekse belki de geri dönsssem daha iyi olur! Toplanacak çok şey var, düzzzenlenecek çok şey var..."

"Gevezelik yapılacak çok şey var, gevezelik yapılacak çok şey var!" diye dalga geçti Malygos, yukarıdan.

Nozdormu kuru ama güçlü elini soytarıya doğru kaldırdı ve o da kukuletalı figüre hançere benzer tırnaklarını göster­di. İkisi hem fiziksel olarak, hem de başka yöntemlerle kapış­maya hazır görünüyordu ama hayaleti andıran kadın onların araşma girdi.

"İşte Kanatlıölüm bu yüzden neredeyse zafere ulaşıyor­du," diye mırıldandı kadın.

İki figür de gönülsüzce geri çekildi. Ysera herkese yüzünü döndü. Gözleri hâlâ kapalıydı.

"Kanatlıölüm bizi bir defasında neredeyse alt ediyordu ama tekrar saflarımızı oluşturup en azından onun bir daha as­la îblis Ruhu'mu ele geçirememesini sağladık. Onu siyah ejder­hanın elinden ayırıp toprağın derinliklerine gönderdik..."

"Ama birisi onu Kanatlıölüm için buldu," diye araya gir­di kırmızı ejderha. Artık umudu belli ki yeniden yeşerdiğin­den ejderha kendini elinden geldiğince toparlamıştı. "Bunun için orkları kullanmış • bile olabileceğim düşünüyorum. Onu ele geçirince ne yapacaklarım biliyordu. Onu kendisi kullanamıyorsa da kendi çıkarları doğrultusunda onu ellerinde bu-


lundurmaları için başkalarını yönlendirebilirdi. Onlar bunu fark etmese de... Be... bence Alexstrasza'nın esir edilmesi onun planlarına gayet iyi uyuyordu çünkü kraliçe hem onun hâlâ korktuğu tek güçtü hem de bu durum siyah ejderhanın pençesini bile kaldırmasına gerek kalmadan Güruh'un dünya­ya dehşet saçmasına yardım ediyordu. Şimdiyse... şimdiyse Güruh onu kesin bir düş kırıklığına uğrattığından orkların kraliçeyi buradan götürmesi onun işine daha çok geliyor."

"Alexstrasza'yı değil," diye onu düzeltti Ysera. "Onun yu­murtalarını."

"Yumurtalarını mı?" diye atıldı Krasus. "Kraliçemin kendisi­ni değil mi?"

"Evet, yumurtalarını. Biliyorsun ki Kanatlıölüm'ün son eşi savaşın ilk günlerinde yok olup gitti," diye cevap verdi Yse­ra. "Siyah ejderha kendi düşüncesizliğinin kurbanı oldu.... Ve şimdi Kanatlıölüm kız kardeşimizin yavrularını kendi yavru-arıymış gibi büyütecek."

"Yeni bir Ejderhalar Çççağı yaratmak için..." dedi Nozdormu, tükürürcesine. "Kanatlıölüm'ün Ejderha Sürüsssünün Çççağı!"

Rhonin şimdi dördünün de kendisine bakmakta olduğunu fark etti, hatta gözleri kapalı olan Ysera'nın bile.

"Bizler iblis Ruhu'na dokunanlayız, insan. Ve itimat edeme­diğimizden, başka hiçbir yaratığın da onu bizim için ele ge­çirmesini sağlamaya çalışmadık. Sanırım buradaki zavallı Korialstrasz’ın senden, seni arkadaşlarının yanından çekip almak zorunda kalacak kadar büyük beklentisinin ne olduğunu bili­yorum; ama her ne kadar bu en doğru yolmuş gibi görünse de şimdi Kanatlıölüm'ü meşgul edecek olan o olmayacak."

"Bu benim sorumluluğum!" diye kükredi kırmızı ejderha. "Bu benim kefaretim!"

"Bu boşa çaba olur. Sen diske karşı çok hassasın. Ayrıca sana başka nedenlerle ihtiyaç var. Şu anda hem kraliçesi, hem


de kendisini esir etmiş olan ork için dövüşen Tyran hayatta kalamayacak. Alexstrasza'nın sana ihtiyacı olacak, sevgili Korial."

"Hem zaten Kanatlıölüm bizim kardeşimiz," diye alay etti Malygos. Pençeleri kayaya iyice gömüldü. "En adili onunla bizim oynamamız, onunla bizim oynamamız!"

"Benden ne yapmamı istiyorsunuz?" diye sordu Rhonin, hem hevesli, hem de tedirgin bir sesle. Onun en çok istediği şey Vereesa'ya geri dönmekti.

Ysera ona döndü... ve gözleri aralandı. Bir an için bir baş dönmesi insanın bütün iradesini alıp götürdü. Rüyalardan çıkmış gibi duran gözler ona bakıyor ve ona tanıdığı, nefret ettiği ve sevdiği herkesi hatırlatıyordu. "Sen, fani, iblis.Ruhu'nu orktan almalısın. O olmadan büyük olasılıkla kız kardeşimize yaptığım bize yapamayacaktır ve onu almakla Ejderhakraliçesi'ni orkun hakimiyetinden kurtarman mümkün olabilir."

"Ama bu, Kanatlıölüm’ün icabına bakmayacak," diye ısrar etti Korialstrasz. "Ve lanetli diskin sayesinde o tek başına he­pinizden güçlü durumda..."

"Bu bildiğimizzz bir gerçççek," diye yılan gibi tısladı Nozdormu. "Ve bizzze geldiğinde bunu sssen de biliyordun! Pekâlâ, işşşte şşşimdi buradayızzz! Bu kadarı sssana yetmeli!" Diğer ikisine baktı. "Yeterince gevezzzelik ettik! Hadi şşşu işşşi sssona erdirelim!"

Gözlerini yine kapamış olan Ysera ejderhaya döndü. "Yap­man gereken bir şey var, Korialstrasz ve bu riskli bir iş. Bu in­san orkların ortasına büyüyle gönderilemez. İblis Ruhu bunu tehlikeli hale sokuyor. Aynı zamanda belirdiği yerde bir bal­tanın hedefi olma ihtimali de her zaman geçerli. Bunun yeri­ne onu oraya senin taşıman lazım... ve yaklaştığın birkaç sa­niye boyunca bu sefer orkun seni habis diski kullanarak yaka­lamaması için dua et." Ysera elden ayaktan kesilmiş ejderha­nın yanma gelip onun burnunun ucuna dokundu. "Onun eşi


olsan da sen bizlerden biri değilsin, Korialstrasz. Yine de İblis Ruhu'nun doymak bilmez etkisiyle mücadele edip kurtuldun..."

"Kendimi buna hazırlamak için çok çalıştım, Ysera. Koru­yucu büyülerimin daha iyi olduğunu sanmıştım ama sonuç­ta başarısız oldum."

"Bunu senin için halledebiliriz." Bir anda hem Malygos, hem de Nozdormu, Ysera'nm yanında belirmişti. Üçünün de sol elleri Korialstrasz’ın burnuna dokunmaktaydı. "İblis Ruhu çok fazla gücümüzü aldı, biraz daha fazlası bir şey değiştir­mez..."

Üçlünün havaya kalkmış ellerinin çevrelerinde, her birine özgü olan renklere sahip ışık kümeleri belirdi. Üç ışık küme­si birleşti ve hızla Görüntüler'den ejderhanın burnuna, ora­dan da geri kalan her yerine yayıldı. Saniyeler sonra Korialstrasz’ın heybetli bedeninin tamamı büyüyle örtülmüştü.

Ysera ve diğerleri sonunda geri çekildiler. Kırmızı ejderha gözlerini kırpıştırdı ve sonra doğrulup ayağa kalktı. "Kendi­mi... yenilenmiş hissediyorum!"

"Hepsine ihtiyacın olacak," diye açıkladı Ysera. Diğer iki yandaşına döndü. "Soysuz kardeşimizin yanma gitmeliyiz."

"Tam zzzamanında derim!" diye bağırdı Nozdormu.

Ne Rhonin'e, ne de kırmızı ejderhaya başka bir şey söy­lemeden yüzlerini uzaklardaki Kanatlıölüm'e döndüler. Sanki tek bir varlıklarmış gibi üçlü, kollarını sonuna kadar açtı... ve bu kollar uzayıp giden kanatlara dönüştü. Aynı anda vücutla­rı genişleyip irileşti. Kıyafetleri yerlerini pullara bıraktı. Yüz arları uzadı, sertleşti ve insana özgü bütün çizgiler değişe­rek ejderhalara özgü bir ihtişama büründü.

Üç devasa ejderha gökyüzüne yükseldi. Büyücü bu inanıl­maz manzarayı seyretmekten kendini alamadı.

"Onların yeterli olmasını ümit ederim," diye mırıldandı Korialstrasz. "Ama böyle olmayacağından korkuyorum." Ba­kışlarını aşağı indirip yanındaki küçük adama baktı. "Ne di-


yorsun, Rhonin? Onların buyruğunu yerine getirecek misin?" Bunu sırf Vereesa için bile kabul ederdi. "Pekâlâ."

Tyran savaşı çoktan kaybetmişti ve şimdi de hayatını... Kanatlıölüm diğer ejderhanın zayıf vücudunu pençeleriyle kaldırırken zaferle kükredi. Çoğu kırmızı ejderhanın göğsün­de olan onlarca derin yaradan hâlâ kanlar süzülüyordu. Tyran’ın pençeleri, siyah ejderhanın vücudunda dolaşan kız­gın damarlardan damlayan asitli zehre dokunmanın sonucun­da yanıklarla kaplanmıştı. Kanatlıölüm'e dokunan hiç kimse acı çekmekten kurtulamazdı.

Siyah ejderha tekrar kükredi ve cansız bedeni bıraktı. As­lında kırmızı ejderhaya iyilik etmiş sayılırdı. Hasta haliyle ya­şamaya devam etseydi diğer ejderha daha fazla acı çekmeye­cek miydi? En azından Kanatlıölüm ona bir savaşçı gibi öl­meyi bahsetmişti, her ne kadar savaş çok kolay olmuşsa olsa da...

Herkesin onun üstünlüğünü duyması için üçüncü kez kükredi...

... ama onun yerine batı yönünden ona karşılık veren kük­reme sesleri duydu.

"Şimdi hangi ahmak bana meydan okuyor?" diye tısladı.

Onların tek bir ahmak değil tam üç tane olduklarını gör­dü Kanatlıölüm. Bunlar sıradan üç ejderha da değildi.

"Ysssera..." diye geleni karşıladı Kanatlıölüm, soğuk bir sesle. "Nozdormu ve de sevgili dostum Malygos..."

"Bu çılgınlığı sona erdirme zamanı geldi, kardeşim," de­di parlak yeşil ejderha, sakince.

"Ben hiçbir bakımdan senin kardeşin değilim, Ysera. Göz­lerini açıp bu gerçeği ve de hiçbir şeyin ırkımızın yeni çağı­nı yaratmaktan beni alıkoyamayacağını görsen iyi olur."

"Sadece kendi hükmünün sürdüğü bir çağ istiyorsun, baş­ka bir şey değil."


Siyah, ejderha kafasını eğdi. "Benim bakış açımdan ikisi de aynı şey. En iyisi uykuna geri dön. Ya sen, Nozdormu? So­nunda kafam kumdan çıkarabildin mi? Burada kimin en güç­lü olduğunu hatırlayamıyor musun? Üçünüz bir araya gelse  bile yeterli olmaz!"

"Sssenin zzzamanın doldu!" dedi tükürürcesiııe, ışıltılı kahverengi derili dev. Mücevher taşından gözleri alev alev parıldadı. "Gel hadi! Geçmişşşe ait şşşeyler koleksssiyonumdaki yerini al..."

Kanatlıölüm homurdandı. "Peki sen, Malygos? Eski dostu­na söyleyecek hiçbir şeyin yok mu?"

Buna cevap olarak soğuk görünümlü, mavi-gümüş renkli ejderha çenelerini sonuna kadar açtı. Ağzından bir buz sağa­nağı fişkırıp inanılmaz bir kesinlikle Kanatlıölüm'ü sardı. An­cak buzlar korkunç ejderhaya değer değmez değiş ti ve üstün­de durdukları bedenin pullarını ve etini delmeye çalışan bin­lerce, on binlerce yengeç benzeri minik böceğe dönüştü.

Kanatlıölüm tısladı ve ateş kırmızısı damarlarından asit dö­küldü. Dökülen her asit Malygos'un yaratıklarının yüzlercesini öldürdü ve sonunda geriye sadece birkaç tanesi kaldı.

Pençelerini ustalıkla kullanan siyah ejderha bu arta kalan­lardan bir tanesini yakaladı ve bütün halinde yuttu. Keskin ve vahşi dişlerini ortaya çıkaran bir gülümsemeyle karşısın­dakilere baktı. "Demek sizinle bu dilden konuşmak gereki­yor..."

Kanatlıölüm yeri göğe katan bir kükremeyle ileri atıldı.

"Onlar siyah ejderhayı yenemeyecek!" diye mırıldandı Korialstrasz, o ve Rhonin ablukaya alınmış ork konvoyuna yaklaşırken. "Bunu başaramazlar!"

"O zaman neden bu zahmete girsinler ki?" "Çünkü artık, sonuç ne olursa, olsun karşı koyma zama­nının geldiğini biliyorlar! Dünyanın Kanatlıölüm'ün pençele-


ri arasında acıyla kıvranıp yok olduğunu görmektense, ondan ayrılmayı tercih ederler!"

"Onlara yardım etmemizin bir yolu yok mu?"

Ejderhanın sessizliği gerekli cevabı vermişti.

Rhonin ilerideki orklara göz gezdirip kendi faniliğini dü­şündü. O nesneyi Nekros'tan alabilse bile onu ne kadar elin­de tutabilecekti ki? Bu durumda disk kendisine ne fayda sağ­layacaktı? Büyücü onu kullanabilir miydi?

"Kras... Korialstrasz, disk büyük ejderhaların güçlerini içe­riyor, öyle değil mi?"

"Kanatlıölüm hariç hepsinin. Bu yüzden de siyah ejderha onun gücüyle alt edilemiyor!"

"Ama diğerlerinin yaptığı bir büyü yüzünden o da diski kullanamıyor, haksız mıyım?"

"Öyle görünüyor..." Ejderha yana doğru bir kavis çizdi.

"Diskin neler yapabileceğini biliyor, musun?"

"Birçok şey; ama hiçbiri doğrudan ya da dolaylı olarak si­yah ejderhayı etkilemez."

Rhonin kaşlarını çattı. "Bu nasıl mümkün olabilir?"

"Ne kadar zamandır büyücülük öğrenmektesin, dostum?"

Büyücü yüzünü buruşturdu. Bütün sanatlar içinde büyü kesinlikle en çelişkili olanıydı. Kendine has kurallara sahipti ve bu kurallar en berbat zamanlarda tamamen değişebilirdi. "Dernek istediğini anladım."

"Büyükler kesin kararlarını verdi, Rhonin! İblis Ruhu'nu alma şansının sana bahsedilmesi sayesinde, diğerlerinin yar­dımına gideceğinden kesinlikle emin olduğum kraliçemi ser­best bırakmakla kalmayacaksın, aynı zamanda sonunda Gü­ruh'tan geriye kalan kalıntıları da ezip geçme olanağına sahip olacaksın!"

Bunu aklından bile geçirmemişti büyücü ama elbette böy­lesi bir büyülü nesne orklara karşı çok iş görürdü. "Ama onu kullanmayı öğrenmek çok uzun zaman alacaktır!"


"Orkların gönüllü hocaları yoktu! Ben Beşli'den biri deği­lim, Rhonin ama sanırım sana yeterince çok şey gösterebili­rim!"

"İkimizin de hayatta kalması şartıyla..." diye fısıldadı büyücü, kendi kendine.

"Evet, © da var." Anlaşılan ejderhaların olağanüstü bir işit­me duyusu vardı. "Ah, işte bizim ork! Hazırlan!"

Rhonin kendini hazırladı. Korialstrasz, İblis Ruhu'nun eline düşmekten korktuğundan Nekros'a fazla yaklaşmaya cesaret edemiyordu. Bu da tılsıma rağmen, ork komutanına ulaşmak için büyücünün büyü kullanmak zorunda olduğu anlamına ge­liyordu. Daha önce savaşın ortasında birçok büyü yapmıştı ama hiçbir şey Rhonin'i şimdiki girişimine hazırlamış değildi. Bu­nu ejderha da deneyebilirdi ama diskin yakınındayken onun büyüsü büyücününkinden bile kötü sonuç doğururdu.

"Hazır ol..."

Korialstrasz alçaldı.

"Şimdi!"

Sözcükler Rhonin'in ağzından bir inilti halinde çıktı... ve büyücü birden kendini arabaların birinin üstünde, havada asılı vaziyette buldu.

Arabayı süren ork başını kaldırıp yukarı baktı ve büyücü­yü görünce ağzı bir karış açık kaldı.

Rhonin onun tam üstüne atladı.

Çarpışma düşüşünü yavaşlatmıştı ama ork için aynı şey söylenemezdi. Rhonin baygın sürücüyü kenara itmek için mücadele ettikten sonra etrafta Nekros'u aradı.

Hâlâ at üstünde olan tek bacaklı ork komutanı, Bakışları­nı geri dönmekte olan Korialstrasz'a odaklamış ti. Nekros pa­rıldayan İblis Ruhu'nu havaya kaldırdı...

"Nekros!" diye bağırdı Rhonin.

Ork, tam da büyücünün istediği gibi, ona döndü. Ejderha artık Nekros'un menzilinden çıkmıştı.


"İnsan! Büyücü! Sen ölmüştün!" Nekros un kaim kaşları çatıldı ve çirkin yüz. hatlarına karanlık bir ifade yerleşti. "Eh... En azından yakında öleceksin!"

Büyülü nesneyi Rhonin'e çevirdi.

Büyücü, Nekros'un kendisine göndereceği şey her neyse, golemin ateşi kadar korkunç olmamasını umarak bir kalkan yarattı. Büyük ejderhalar Korialstrasz'a verdikleri fazladan gü­cün birazını ona bahşetmeyi uygun görmemişlerdi; ama o zaman kırmızı ejderha neredeyse mahvolmuş haldeydi ve on­lar da güçlerinin geri kalanını Kanatlıölüm'e karşı saklamak durumundaydılar. Rhonin bütün umutlarını gittikçe azalmak­ta olan kendi büyü gücüne bağlamıştı.

Dev bir el, ateşten bir el, ona doğru uzanıp büyücüyü sar­maya çalıştı. Ancak Rhonin'in yaptığı büyü işe yaradı ve el hafifçe seçilebilen kalkana çarpıp sekerek, rakibi plan cücenin kellesini uçurmak üzere olan bir ork savaşçısını sardı. Ork ya­nan bir yığın halinde yere çökmeden önce son bir kısa çığ­lık attı.

"Yaptığın numaralar seni ölümünden uzun süre ayıramayacak!" diye hırladı Nekros.

Arabanın altındaki yer sarsılmaya ve sonra da ufalanmaya başladı. Tam araba ve ona koşulmuş hayvanlar aşağı çekilir­ken Rhonin kendini göçükten uzağa attı. Kalkan büyüsü yok olup yoldan geriye kalanlara yapışmış olan umutsuz büyücü­yü savunmasız bıraktı.

Nekros atını hızla yakma sürdü. "Bugün ne olursa olsun, insan, en azından senden kurtulacağım!"

Rhonin'in ağzından kısa, basit bir büyü döküldü. Tek bir toprak kümesi yükselip orkun yüzüne uçtu ve komutanın ça­balarına rağmen oraya yapışıp kaldı. Küfreden Nekros göre­bilmek için mücadele ediyordu.

Büyücü ayağa kalkıp orkun üstüne atladı.


Tam olarak hedeflediği yere varamamış, İblis Ruhu'nu tut­makta olan kolu yakalasa da kendini daha yukarı çekememiş-ti. Hâlâ hiçbir şey göremese de Nekros şimdi Rhonin'i yaka­sından kavramış, güçlü ellerinden birini büyücünün gırtlağına götürmeye çalışıyordu.

"Seni geberteceğim, insan pisliği!"

Parmaklar Rhonin'in boynuna sarıldı. Tılsımı çekip kurtar­makla kendi yaşamını kurtarmak arasında kalan Rhonin ikisi­ni de başaramadı. Nekros onun yaşamını bedeninden ayır­mak üzereydi. Orkun inanılmaz gücü büyücü için çok fazlay­dı. Rhonin bir büyü yapmaya girişti...

Birden Nekros'un yanından hızla kanatlı bir şey geçti. Biri orkun sırtına inip onu da büyücüyü de attan aşağıya, taşlık zemine düşürdü.

Yere sert bir iniş yaptılar. İkisi de düşmenin etkisiyle ayrı yönlere dağılınca Rhonin'in gırtlağındaki öldürücü baskı yok oldu.

Birisi sersemlemiş büyücüyü omuzlarından yakaladı. "O kendine gelmeden kalk, Rhonin!"

"Ve... Vereesa?" Büyücü, elfin çekici yüzüne dik dik bak­tı. Onu gördüğüne hem şaşırmış, hem de sevinmişti.

"Ejderhanın seni gökten aşağı attığını gördük, sonra da se­nin kendini büyüyle güvenli bir yere taşımanı seyrettik! Fals­tad ve ben yardıma- ihtiyacın olabileceğini düşünüp elimiz­den geldiğince çabuk geldik!"

"Falstad?" Rhonin bakışlarını yukarı kaldırınca griffon bi­nicisinin ve onun bineğinin havada daire çizdiğini gördü. Falstad’ın silahı yoktu ama yine de cüce konvoydaki bütün orkların kendisiyle karşılaşması için meydan okurcasına ulu­yordu.

"Acele et!" diye bağırdı korucu. "Buradan ayrılmalıyız!"

"Hayır!" Büyücü gönülsüzce geri çekildi. "Önce... Dikkat et!"


Devasa bir savaş baltası onu ikiye bölmeden önce elfi ke­nara itti. Yüzünde yanakları boyunca uzanan tören yaraları olan, yapılı bir ork baltasını tekrar kaldırdı. Hedefi yine, yana düşmüş olan Vereesa'ydı.

Rhonin ellerini oynattı... ve baltanın sapı birden uzayıp acı çekmekte olan bir sürüngen gibi kıvrılmaya başladı. Ork onun idaresini kaybetmemek için çabaladıysa da silahı şimdi kendi etrafına dolanıyordu. Birden paniğe kapılan savaşçı eli­ni baltadan çekti ve yaşayan baltadan kendini kurtarır kurtar­maz kaçarak uzaklaştı.

Büyücü elini yol arkadaşına uzattı...

... ve sırtına yediği bir yumrukla yere devrildi.

"Nerde o?" diye kükredi Nekros Kafatasıezen. "İblis Ruhu nerde?"

Bir an için sersemlemiş olan Rhonin orkun ne demek iste­diğini tam olarak algılayamadı. Tılsım tabii ki Nekros'taydı...

Delici bir ağırlık sırtına yüklendi. Nekros'un konuştuğunu duydu: "Olduğun yerde kal, elf! Arkadaşını böcek gibi ezmek için tek yapmam gereken biraz daha ağırlığımı vermek!" Rhonin sırtına dayanmış soğuk metali hissetti. "Sakın numa­ra yapmaya kalkma, büyücü! Diski bana geri ver, ben de ya­şamana izin vereyim!"

Nekros, ancak Rhonin'in onu göz ucuyla görebileceği ka­dar hareket imkânı bırakmıştı. Komutanın tahta bacağı büyü­cünün omurgasının üstünde dimdik duruyordu ve kuşkusuz birazcık daha fazla baskı belkemiğini tamamen kıracaktı. "Be... bende değil!" Nekros'un devasa vücudunun neredeyse bütün ağırlığı değil konuşmayı nefes almayı bile hemen hemen im­kânsız hale sokuyordu. "Nerede olduğunu bile bi... bilmiyo­rum!"

"Yalanlarını dinleyecek kadar sabrım yok, insan!" Nekros biraz daha bastırdı. Normalde kibirli olan ses tonunda şimdi çaresizliğin izi vardı. "Ona hemen ihtiyacım var!"


"Nekrosss..." diye araya girdi kinle dolu, gök gürültüsü gibi bir ses. "Yavrularımı öldürttün! Benim yavrularımı!"

Rhonin orkun bir anda, arkasına dönüyormuş gibi hare­ketlendiğini fark etti. Nekros'un ağzından bir inilti sesi kurtuldu. "Hayır...!"

Bir gölge Rhonin'in ve rakibinin üstünü kapladı. Sıcak, neredeyse kavurucu bir rüzgâr büyücüyü sardı. Büyücü, Nek-ros Kafatasıezen'in çığlık attığını duydu...

... ve birden orkun ağırlığı büyücünün sırtından kalktı.

Rhonin. hemen sırtüstü döndü. Düşmanını yakalamış olan şeyin kendisini de yakalayacağından emindi. Vereesa büyücü­nün yardımına gelmiş, onu kendi yanma çekiyordu. O sıra­da Rhonin uçsuz bucaksız gölgenin kaynağını ve ona eşlik eden sesin neden kendisine tanıdık geldiğini kavradı.

Onu yer yer gevşekçe sarkmakta olan pullarına ve biçim-sizce bükülmüş kanatlarına rağmen Ejderhakraliçesi Alexstrasza hâlâ görenlerin dillerinin tutulmasına neden olacak bir ih­tişama sahipti. Meydan okurcasına kükrerken diğer her şeye tepeden bakıyor, kafası gökyüzünü delip geçecek gibi duru­yordu. Rhonin, Nekros'un izine rastlayamadı; iri ejderha orku ya bütün halinde yutmuştu ya da onu çok uzaklara fırla­tıp atmıştı.

Alexstrasza tekrar kükredi ve sonra kafasını büyücüyle elfin yanına eğdi. Vereesa ikisini de savunmaya hazır görünü­yordu ama Rhonin ona kılıcım indirmesini işaret etti. "İnsan ve elf, sonunda yavrularımın intikamını almamı sağladığınız için size minnettarım! Ancak şimdi elimden gelecek yardım ne kadar az olursa olsun, benim yardımıma ihtiyaç duyan başkaları var!"

Kırmızı ejderha gözlerini dört devin dövüşmekte olduğu gökyüzüne dikti. Rhonin onun bakışlarını takip edip Ysera, Nozdormu ve Malygos'un Kanatlıölüm'e karşı, göründüğü ka­darıyla sonuçsuz bir mücadele vermesini bir an için seyretti.


Üçlü durup durup saldırıyor ama her seferinde siyah ca­navar onları kolaylıkla geri püskürtüyordu.

"Üçe karşı birler ama yine de ona karşı bir şey yapamıyorlar mı?"

Havalanmak için kanatlarım kontrol etmeye başlamış olan Alexstrasza durup ona cevap verdi: "İblis Ruhu'nun yüzünden ancak yarı gücümüzdeyiz! Sadece Kanatlıölüm bütün gücüne sahip! Disk ona karşı kullanılabilseydi ya da ona harcadığımız gücü geri kazanabilseydik... Ama bu seçeneklerin hiçbiri ge­çerli değil! Elimizden gelen tek şey dövüşmek ve en iyi so­nucu umut etmek!" Yükseklerden gelen bir kükreme sesi ye­ri sarstı. "Şimdi gitmem lazım! Sizi böyle bırakıp gittiğim için beni affedin! Tekrar teşekkür ederim!"

Bunları söyledikten sonra Ejderhakraliçesi göğe doğru yük­seldi. Havalanırkenki kısa aralıkta kuyruğu yakındaki orkları kenara savurmuş ama yiğit cüce savaşçılarına dokunmamıştı.

"Yapabileceğimiz bir şey olmalı!" Rhonin, İblis Ruhu'nu görmek için etrafa bakındı. Buralarda bir yerde olmalıydı.

"Boş ver şimdi!" diye seslendi Vereesa. Bir ork baltasını savuşturdu, sonra da savaşçının icabına baktı. "Şu anda ken­dimizi kurtarmamız gerekiyor!"

Ancak Rhonin etrafında sürmekte olan hararetli savaşa rağ­men aranmaya devam ediyordu. Birden bakışları aşağıya, bir cücenin cesedi tarafından yarı yarıya örtülmüş parlak bir nes­neye odaklandı. Büyücü çaresizce ümit ederek ona doğru koşturdu.

Parıltılı nesne kesinlikle ejderha tılsımının ta kendisiydi. Rhonin onu gizleyemediği bir hayranlıkla inceledi. O kadar basit ve zarifti ki... Bununla birlikte (belki uğursuz Medivh hariç) hiçbir büyücünün ulaşamayacağı güçlerle doluydu. Çok büyük bir güçle. Nekros onunla Güruh'un Savaş Şefi ola­bilirdi. Rhonin onunla Dalaran'ın efendisi olabilirdi, hatta bütün Lordaeron krallıklarının imparatoru...


Neler düşünüyordu böyle? Rhonin başını iki yana sallayıp bu düşünceleri zihninden dağıttı. İblis Ruhu'nun dokunuşu baştan çıkarıcıydı. Büyücünün dikkat etmesi gerekecek kadar baştan çıkarıcı...

Griffonun üstündeki Falstad onlara katılmak için aşağı in­di. Bir ara bir ork baltasını ele geçirmeyi başarmış ve belli ki şimdiye kadar da onunla epey iş görmüştü.

"Büyücü! Derdin ne senin? Rom ve ekibi sonunda orkları geri çekilmeye zorlamış olabilir ama burası öyle durup da mal mal etrafı seyredecek bir yer değil!"

Rhonin onu da Vereesa'ya yaptığı gibi görmezden geldi. Her nasılsa Kanatlıölüm'ü yenmenin anahtarı İblis Ruhu'nu kul­lanmaktan geçiyor olmalıydı! Başka hangi güç bunu yapabilir­di ki? Dört büyük ejderha bile buna yetersiz kalmış gibi gö­rünüyordu.

Büyücü diski havaya kaldırdı. Büyülü nesnenin inanılmaz gücünü hissediyor ama bu gücün hiçbir işe yaramayacağını da biliyordu. En azından şu anki haliyle...

Bu da belki de hiçbir şeyin ama hiçbir şeyin Kanatlıölüm'ü hedefine ulaşmaktan alıkoyamayacağı anlamına geliyordu...


YİRMİ BİR

 

0

na bütün güçleriyle hücum ettiler... ya da geriye kal­mış olan bütün güçleriyle. Kanatlıölüm'e hem fizik­sel, hem de büyüsel saldırıda bulunuyorlar; ama siyah ejderha bunların bütün hepsini geçiştiriyordu. Onunla ne ka­dar amansızca dövüşseler de çok zaman önce İblis Ruhu'na yap­tıkları katkının onları güçten düşürdüğü gerçeği ortadaydı. Siyah ejderhayla karşılaştırıldığında diğer heybetli Görüntüler küçük birer çocuk gibi kalıyordu.

Nozdormu onun üstüne yüzyılların kumunu gönderdi. Büyü bir an için de olsa Kanatlıölüm'ün gençliğini elinden alma tehdidi yarattı. Kanatlıölüm üstüne çöken zayıflığı his­setti. Kemiklerinin tutulduğunu, düşüncelerinin yavaşladığını hissetti. Ancak değişim kalıcı hale gelemeden, vahşi ejderha­nın içindeki ham güç dalga dalga yükselip kumları yakıp yok etti ve ustaca yapılmış büyüyü bertaraf etti.

Malygos'dan daha doğrudan bir saldırı geldi. Deli yaratı­ğın öfkesi, sadece bir anlığına da olsa, onun neredeyse Kanatlıölüm'ün gücüyle baş edebilecek hale gelmesini sağla­mıştı. Buz sarkıtlarını andıran yıldırımlar Malygos'un nefret ettiği düşmanına her yönden hücum etti. Yakıcı sıcak ve uyuşturucu soğuk aynı anda Kanatlıölüm'e saldırıyordu. An­cak siyah ejderhanın derisine gömülmüş büyülü demir pla­kalar, köpüren fırtınanın neredeyse tamamım ondan uzaklaş-


tırıyor; ona ulaşabilen çok azma da Kanatlıölüm'ün kolayca katlanmasını sağlıyordu.

Aslında hepsinin içinde en kurnaz ve tehlikeli düşman olarak Ysera çıkmıştı. Dişi ejderha önce, geride kalıp yandaşlarının Kanatlıölüm'e boş bir çabayla yüklenmesinden hoşnut görünüyordu. Sonra Kanatlıölüm içinde bir gevşeme hissetti, dikkatini dağıtan bir rahatlama hissi... Dalıp gitmek üzere ol­duğunu neredeyse son anda fark etti. Kafasını iki yana salla­yıp Ysera nın onun zihnine yerleştirdiği karışıklık halini ça­bucak dağıttı. Tam da üç rakibi de onu pençeleriyle yakala­maya çalışırken...

Siyah ejderha geniş kanatlarının birkaç hareketiyle kendi­ni onların pençelerinden uzaklaştırıp karşı saldırıya geçti. Ön pençelerinin arasında saf enerjiden, kadim güçlerden oluşan bir küre şekillendirip onu karşısındakilerin tam ortasına fır­lattı.

Küre üçlüye ulaştığında patlayıp Ysera ve diğerlerinin sar­mallar çizerek gerilemesine neden oldu.

Kanatlıölüm meydan okurcasına kükredi. "Aptallar! Bana elinizden ne geliyorsa gönderin! Değişen bir şey olmayacak! Ben gücün vücuda gelmiş haliyim! Sizler geçmişin gölgele­rinden başka bir şey değilsiniz!"

"Geçmişten öğrenebileceklerini asla küçümseme, siyah ej­derha..."

Kanatlıölüm'ün bir daha uçarken görebileceğini düşünme­diği kızıl bir gölge onun görüş alanını doldurarak bir an için siyah ejderhanın bile şaşırmasına neden oldu. "Alexstrasza... Erkeğinin intikamını almaya mı geldin?"

"Eşimin ve yavrularımın intikamını almaya geldim, Kanatlıölüm çünkü bütün bunların sebebinin sen olduğunu gayet iyi biliyorum!"

"Ben mi?" Siyah dev ona bütün dişlerini ortaya çıkaran bir sırıtışla baktı. "Ama ben bile İblis Ruhu'na dokunamam; sen ve


senin soyundan olanlar buna bizzat şahit oldunuz!"

"Ama bir şey orkları, sadece ejderhaların bilebileceği bir yere yönlendirdi... ve bir şey onların diskin gücünü fark etmesini sağladı!"

"Hem zaten ne fark eder ki? Senin zamanın geçti, Alexstrasza, oysa benimki yeni başlıyor!"

Kırmızı ejderha kanatlarını sonuna kadar açtı ve pençele­rini gösterdi. Esaretinin ondan alıp götürdüklerine rağmen şu anda hiç de güçsüz görünmüyordu. "Asıl senin zamanın dol­du, siyah ejderha!"

"Diğerlerinin çabaları sonucunda zamanın yıkıcılığına, kâ­busların lanetine ve büyünün gizemlerine karşı durdum,! Sen hangi silahla geldin?"

Alexstrasza onun uğursuz bakışlarına kendi kararlı, kırpıl­mayan gözleriyle karşılık verdi. "Yaşam... umut... ve onların getirdikleri..."

Kanatlıölüm onun söylediklerini düşündü... ve sonra yük­sek sesle bir kahkaha attı. "O zaman şimdiden öldün demek­tir!"

îki dev birbirlerine doğru atıldılar.

"Kraliçenin onu yenmesi mümkün değil," diye mırıldan­dı Rhonin. "Hiçbiri yenemez çünkü hepsi bu lanet diskin on­lardan aldığı şeyden mahrumlar!"

"Eğer yapabileceğimiz bir şey yoksa buradan gitmeliyiz, Rhonin."

"Yapamam, Vereesa! Onun için bir şeyler yapmalıyım... Aslında hepimiz için! Onlar da Kanatlıölüm'ü durduramazsa kim durduracak?"

Falstad, İblis Ruhu'na göz attı. "Bu şeyle hiçbir şey yapamaz mısın?"

"Hayır. Kanatlıölüm'e karşı hiçbir şekilde işe yaramı­yor."


Cüce sakallı çenesini sıvazladı. Bu şeyin çaldığı büyüyü onlara geri veremememiz ne yazık! O zaman en azından onunla eşit şartlar da dövüşürlerdi..."

Büyücü başını iki yana salladı. "Bu mümkün de..." Bir­den durdu ve düşünmeye çalıştı. Kırık parmağı, zonklayan başı ve vücudunun her yerindeki çürüklerle ayakta durmak­ta bile zorlanıyordu. Rhonin dikkatini toplayıp griffon bini­cisinin az önce söylediklerine odaklandı. "Ama belki de mümkündür!"

Arkadaşları ona aval aval baktılar. Rhonin o an için ork teh­likesinden uzakta olduklarından emin olmak için çabucak et­rafa bakındı. Sonra da bulabildiği en sert kayanın yanma gitti.

"Ne yapıyorsun?" diye sordu Vereesa. Sesinin tonu, büyü­cünün aklını kaçırıp kaçırmadığını merak ettiğini belli edi­yordu.

"Onlara güçlerini geri veriyorum!" İblis Ruhu'nu bir taşın üstüne koydu ve daha önce bulduğu başka bir kayayı havaya kaldırdı.

"Ne halt ettiğini..." diyebildi Falstad ancak.

Rhonin kayayı elinden geldiğince sert bir şekilde diskin üstüne indirdi.

Elindeki kaya ikiye ayrılmıştı.

iblis Ruhu parıldıyordu. Bu darbe onda bir leke bile oluş­turmamıştı.

"Kahretsin! Bilmeliydim!" Büyücünün bakışları cüceyi aradı. "Bu şeyi tam isabetle savurabilir misin?"

Falstad alınmış görünüyordu. "Bu belki dandik ork işi ama yine de kullanılabilir bir silah ve hal böyleyken, onu herhangi bir başka silah kadar iyi kullanırım!"

"Onu diske vur! Şimdi!"

Korucu elini kaygı dolu bir dokunuşla büyücünün omzu­na koydu. "Rhonin, bunun gerçekten işe yarayacağını düşü­nüyor musun?"


"Güçlerini onlara geri verecek olan büyücülük hünerim biliyorum! Bağlı olduğum topluluğun üyeleri tarafından baş­ka büyülü eşyalardan güç çekmek için kullanılanın bir çeşidi ama işe yaraması için söz konusu nesnenin parçalanması ge­rekiyor ki büyüyü içerde tutan güçler yok olsun! Ejderhalara kaybettiklerini geri verebilirim... ama ancak İblis Ruhu'nu açabilirsem!"

"Sebep bu mu yani?" Falstad savaş baltasını kaldırdı. "Ge­ri dur, büyücü! Tam ortadan ikiye ayrılmış halde mi istersin yoksa küçük parçalar halinde mi?"

"Onu yok et de nasıl yapabilirsen yap!"

"Çok basit..." Baltayı iyice yukarı kaldıran cüce derin bir nefes aldı... Sonra baltayı öyle güçlü savurdu ki Rhonin onun kol kaslarının sonuna kadar gerildiğini gördü.

Balta hedefe indi...

Metal parçaları etrafa uçuştu.

"Aerie adına! Baltanın başı mahvoldu!"

Çelikte oluşan büyük bir gedik iblis Ruhu'nun yüzeyinin ne kadar sert olduğunu kanıtlıyordu. Falstad baltayı tiksintiyle kenara atarken baştan savma ork işçiliğine küfürler savuru­yordu.

Ancak Rhonin. baltanın kusurlu olmadığını biliyordu. "Bu düşündüğümden de kötü!"

"Büyüyle korunuyor olmalı," diye mırıldandı Vereesa. "Aynı zamanda büyüyle yok edilemez mi?"

"Güçlü bir büyü lazım. Sadece benim büyüm buna yet­mez ama eğer başka bir tılsımım olsaydı..." Krasus'un (ya da daha doğrusu Korialstrasz’ın) Vereesa'ya vermiş olduğu ma­dalyonu hatırladı ama o, büyücü ve kızıl ejderha savaş alanı­na döndüğünde geride kalmıştı. Zaten Rhonin onun işe ya­rayacağından da kuşkuluydu. Kanatlıölüm'e ait bir şeyi olsay­dı daha iyi olurdu ama diğer madalyon dağda kaybolup git­mişti...


Ama taş hâlâ ondaydı! Siyah ejderhanın kendi pullarından birinden yapılmış olan taş!

"İşe yaramak!" diye bağırdı elini cebine atıp.

"Ne o?" diye sordu Falstad.

"İşte bu!" Minik taşı çıkardı cebinden. Diğer ikisi bu ci­simden hiç etkilenmemişlerdi. "Kanatlıölürn bunu kendi var­lığından yarattı, aynı İblis Ruhu'nu kendi büyüsüyle yarattığı gibi! Bu, başka hiçbir şeyin yapamayacağı şeyi yapabilir!"

Diğer ikisi seyrederken Rhonin taşı diske yaklaştırdı. Bü­yücü ilk başta onu nasıl kullanması gerektiğinden emin ola­masa da sonradan büyücülük öğretisine uymaya karar verdi: İlk önce en basit yolu dene.

Siyah taş avucunun içinde parlıyor gibiydi. Büyücü onun bulabildiği en keskin tarafını çevirdi. Rhonin planının işe ya­ramayabileceğim elbette biliyordu ama elinde deneyebileceği başka alternatif de yoktu.

Büyük bir dikkatle, taşı kötülük dolu tılsımın ortasına bas­tırdı.

Kanatlıölüm'ün pulu, İblis Ruhu'nun güçlendirilmiş altın kabuğunu bir bıçağın tereyağını kesmesi gibi kesti.

"Dikkat et!" Katıksız bir ışık huzmesi kesikten fışkırırken Vereesa büyücüyü tam zamanında kenara çekti.

Rhonin hasar görmüş tılsımdan dışarı sızan yoğun büyü-sel enerjiyi sezmişti ve onun gerçek sahiplerinin elinden son­suza dek kaybolmaması için çabuk hareket etmesi gerektiği­nin de farkındaydı.

Büyüyü üstünde gerekli gördüğünü sandığı değiştirmeleri yaparak mırıldanmaya başladı. Bitkin büyücü bütün dikkatini toplamıştı. Bu kadar nazik bir zamanda hata yapına riskine girmek istemiyordu. Bu işe yaramak zorundaydı.

Olağanüstü, parlak bir gökkuşağı yükseldi, yükseldi ve gökyüzüne ulaştı. Rhonin istediği sonuçları elinden geldiğin­ce vurgulayarak büyüyü tekrarladı...


Artık yüzlerce metre yüksekte olan, neredeyse kör edici
parlaklıktaki ışık huzmesi kıvrıldı... ve savaş makta olan ejder­halara yöneldi.
"Basardın mı?" diye sordu korucu nefesi kesilerek.

Rhonin Alexstrasza, Kanatlıölüm ve diğerlerinin uzaklarda­ki siluetlerine baktı. "Öyle sanıyorum... Öyle umuyorum..."

"Bu kadarı size yetmedi mi? Yenemediğinizle dövüşmeye devam mı edeceksiniz?" Kanatlıölüm düşmanlarına tam bir aşağılama ifadesiyle bakıyordu. Onlara karşı duyduğu azıcık saygı çok önceleri yok olup gitmişti. Aptallar, bir araya gel­miş güçlerinin bile yeterli olmadığını bildikleri halde kafala­rını aşılmaz duvara toslamaya devam ediyorlardı.

"Çok fazla acıya, çok fazla dehşete neden oldun, Kanatlı­ölüm," diye sertçe karşılık verdi Alexstrasza. "Sadece bizim için değil, bu dünyanın fani yaratıkları için de!"

"Onlardan bana ne?... Ya da aynı şekilde sizden de? Bunu hiç anlamıyorum!"

Kırmızı ejderha kafasını olumsuzca salladı. Kanatlıölüm onun yüzünde acıma ifadesi olduğunu fark etti... Ona mı acı­yordu? "Hayır... asla anlamayacaksın..."

"Sizinle yeterince oyun oynadım... Hepinizle! Sizi dört yıl önce yok etmiş olmalıydım!"

"Ama yapamadın! İblis Ruhu'nu yaratmak seni bile çok uzun bir süre güçsüz bıraktı..."

Siyah ejderha homurdandı. "Ama artık eski gücüme ka­vuştum! Bu dünya için olan planlarım sonuca doğru hızla ilerliyor... ve hepinizi geberttikten sonra senin yumurtalarını alıp, Alexstrasza, kendi mükemmel dünyamı yaratacağım!"

Buna karşılık olarak ateş rengi ejderha tekrar saldırıya geç­ti. Kanatlıölüm, onun şimdi yapacağı büyülerin daha önce yaptıklarından daha etkili olmayacağını bildiğinden güldü. Kendi gücü ve derisine yerleştirilmiş büyülü plakalar bir olunca hiçbir şey ona zarar veremezdi...


"Aaahh!" Kırmızı ejderhanın büyüsel saldırısı ona hayal bile edemeyeceği bir güçle çarpmıştı. Adamantium plakalar korkunç etkiyi azaltmakta pek yararlı olmamıştı. Kanatlıölüm hemen güçlü bir kalkanla savunmaya geçti ama yara almak­tan kurtulamamıştı. Bütün vücudu, yüzyıllardır tatmadığı bir acıyla doldu.

"Bana... ne ... yaptın?"

İlk başta Alexstrasza’nın kendisi de şaşırmış görünüyordu; ama sonra ejderhanın yüzüne bilinçli, muzaffer bir gülümse­me yayıldı. "Bu, geçen yıllar boyunca yapmayı hayal ettiğim şeyin sadece basit bir başlangıcı, habis yaratık!"

Dişi ejderha şimdi daha heybetli ve güçlü görünüyordu. Aslında dördü de öyle görünüyordu. Siyah ejderhanın içini bir gerginlik kapladı. Kusursuz planında bir şeylerin feci şe­kilde yanlış gittiğini belli eden bir histi bu.

"Hissediyor musunuz? Hissediyor musunuz?" diye mırıl­dandı Malygos. "Ben tekrar kendimim! Ne kadar muhteşem bir şey!"

"Ve tam zzzamanında!" diye karşılık verdi Nozdormu, mücevher gözleri olağandışı bir parlaklık ve ışıltıyla kaplıydı. "Evet, tam zzzamanında doğrusssu!"

Ysera büyüleyici gözlerini açtı. Bu sefer gözleri o kadar bü­yüleyiciydi ki Kanatlıölüm’ün tek yapabildiği kendi bakışları­nı onunkilerden kaçırmak oldu. "Bu, kâbusun sonu," diye fı­sıldadı dişi ejderha. ""Düşlerimiz gerçek oldu!"

Alexstrasza kafasını salladı. "Kaybettiklerimiz bize geri döndü. İblis Ruhu... İblis Ruhu yok oldu."

"İmkansız!" diye kükredi metallerle kaplı dev. "Yalan bunlar! Yalan!"

"Hayır," diye düzeltti onu kırmızı ejderha. ""Şu anda gerçek olmadığı kanıtlanacak tek yalan senin yenilmez olduğun."

"Evet," diye atıldı Nozdormu. "Bu sssaçççma kanının yan-lışşşhğmı kanıtlamayı sssabırsssızzzlıkla bekliyorum..."


Ve Kanatlıölüm kendini, daha önce benzerlerine hiç rast­lamadığı dört kuvvetinin saldırısına uğramış buldu. Artık düşmanlarının basit gölgeleriyle değil, her üyesi kendisine eş olan bir dörtlüyle dövüşüyordu... ve o, onların hepsine bir­den rakip olamazdı.

Malygos gökteki bulutları onun üstüne gönderdi. Siyah ej­derhanın ağzını ve burun deliklerini boğarcasına tıkayan bu­lutlardı bunlar. Nozdormu zamanı sadece Kanatlıölüm için ilerletti. Rakibinin, haftalar, aylar ve yıllar boyunca hiç dur­madan acı çekmiş gibi güçten düşmesini sağladı. Bu saldırı­larla savunması zaten yara aldığından, Ysera onun zihnini is­tila edip zırhlı devin düşüncelerini en korkunç kâbuslarına dönüştürmekte hiç zorlanmadı.

İşte o zaman korkunç hasmı Alexstrasza onun karşısına di­kildi. Kanatlıölüm'e bakarken yüzünde hâlâ kısmen bir acıma ifadesi vardı. "Benim Görüntü'm yaşamdır, siyah ejderha ve ben, tüm anneler gibi, onun getirdiği acıları ve mucizeleri bilirim! Geçmişte kalan yıllar boyunca yavrularımın savaşlar­da kullanılmak üzere yetiştirilmelerini ve yetersiz veya fazla­sıyla iradeli bulunmaları halinde katledilmelerini seyrettim! Onlara için hiçbir şey yapamadığım birçoklarının öldüğünü bile bile yaşadım!"

"Sözlerin benim için hiçbir şey ifade etmiyor," diye kükredi Kanatlıölüm, diğerlerinin korkunç saldırılarını geçiştir­mek için boş bir çabayla uğraşırken. "Hiçbir şey!"

"Tabii ki büyük olasılıkla bir şey ifade etmiyorlar... Bu yüzden de senin, benim çektiklerimi birinci elden yaşamanı sağlayacağım..."

Ve dediği gibi yaptı.

Diğer bütün saldırılara karşı, hatta Ysera'nm kâbuslarına karşı bile, Kanatlıölüm bir savunma kurabilirdi ama Alexstrasza'nınkine karşı kullanabileceği hiçbir silah yoktu. Kırmızı ejderha acıyla saldırdı ama kendi acısıyla. Kanatlıölüm’ün bil­diği türden bir ıstırap değil, sevgi dolu bir annenin kendisin-


den ayrılan her yavrusuyla, dehşetli bir yaratığa dönüştürü­len her yavrusuyla duyduğu türden bir ıstıraptı bu.

Katledilen her yavrusuyla duyduğu ıstıraptı.

"Benim çektiklerimin hepsini çekeceksin, siyah ejderha. Bakalım benden daha fazla dayanabilecek misin!"

Ama Kanatlıölüm böylesine bir ıstırabı hiç tatmamıştı. Gaddar pençelerin ya da delici dişlerin vereceği acıların ula­şamayacağı bir yere saldırıyordu bu ıstırap, varlığının tam özüne saldırıyordu.

Ejderhaların en dehşetlisi, hiç kimsenin şimdiye kadar bir ejderhadan duymadığı bir çığlıkla haykırdı.

Belki de onu kurtaran sadece bu olmuştu. Diğerleri buna o kadar şaşırmıştı ki kendi büyülerini yapmakta bir an durak­samalardı. Sonunda kendini oradan söküp ayırabilen Kanat­lıölüm, dönüp hızla ve öfkeyle uçarak kaçtı. Gözden hızla uzaklaşırken bütün vücudu titriyor ve çığlıkları yükselmeye devam ediyordu.

"Kaçççıp gitmesssine izzzin vermemeliyizzz!" dedi birden Nozdormu gerçeği fark ederek.

"Takip edelim, takip edelim, gerçekten de!" diye ona ka­tıldı Malygos.

"Katılıyorum," diye sessizce ekledi Düşlerin Leydisi. Ysera, yaptığı şeyle şaşkına dönüp kalakalmış olan Alexstrasza’yı baktı. "Kardeşim?"

"Evet," diye karşılık verdi kırmızı ejderha, kafayla onayla­yarak. "Kesinlikle devam edin! Yakında size katılırım..."

"Anlıyorum..."

Diğer üç Görüntü dönüp hızla hainin peşine takıldılar.

Alexstrasza onların uçarak uzaklaşmasını, neredeyse kendi de bu ava katılmaya hazır halde seyretti. Güçleri yerine gel­miş olsa bile Kanatlıölüm'ün yarattığı dehşeti sonsuza dek bi­tirip bitiremeyeceklerini bilmiyordu; ama siyah ejderhanın mutlaka kontrol altına alınması gerekiyordu. Ancak Alexstrasza’nın daha önce halletmesi gereken işler vardı.


Ejderhakraliçesi gökyüzünü ve yeri arayan gözlerle taradı. Sonunda aradığını bulmuştu.

"Korialstrasz," diye fısıldadı.  "En azından, sen Ysera'nm düşlerinden biri değilmiş sin..."

Eğer tek başlarına dövüşselerdi cücelerin akıbeti farklı ola­bilirdi. Elbette bir süre için onlarla başa çıkabilecek olsalardı da orklar onlardan sadece sayıca üstün değil, aynı zamanda daha iyi durumdaydılar. Yıllarca yer altında sinsi sinsi gezin­mek Rom'un ekibini bazı bakımlardan sağlamlaştırmıştı; ama bazı bakımlardan da güçten düşürmüştü.

Bundan dolayı saflarına savaşçı bir büyücünün, yetenekli bir korucunun, ustura keskinliğinde pençeleri ve gagası olan bir griffona binen, deli kuzenlerinden birinin eklenmesi bü­yük şanstı, iblis Ruhu yok edildikten sonra üçlü marifetlerini, sadık tepe cücelerine yardım etmek ve dengeyi kendi lehleri­ne değiştirmek için kullanmaya başlamıştı.

Elbette, orklar saflarım her düzenlemeye çalıştığında onla­rı alaşağı eden kırmızı ejderhanın yardımı da göz ardı edile­mezdi.

Grim Batol'un ork kuvvetlerinden geriye kalanlar sonunda teslim oldular. Orklar o kadar mahvolmuş durumdaydı ki ga­lip güçlerin önünde diz çökecek kaçınılmaz sonlarını bekle­meye başladılar. Bir kolu sargılanmış olan Rom onlara bunu zevkle bahsedebilirdi çünkü kendi halkının ve müttefiklerinin çoğu yok olup gitmişti ve bunlara Gimmel de dahildi. Ancak cücelerin lideri başka birinin emrini yerine getiriyordu... Hem zaten kim bir ejderhayla tartışırdı ki?

"Batıya gönderilecekler. Onları oradan İttifak gemileri ala­cak ve önceden hazırlanmış olan iskân bölgelerine götürecek­ler. Bugün için yeterince kan aktı ve kesinlikle kuzey Khaz Modan'da dahası da akacak..." Korialstrasz yorgun görünü­yordu, hem de çok yorgun. "Bugün yeterince kan gördüm, teşekkürler..."


Rom'un ejderhanın emrini yerine getirme sözü vermesin­den sonra Korialstrasz dikkatini Rhonin'e verdi.

"Senin hakkındaki gerçeği kimseye anlatmayacağım, Krasus," dedi hemen genç büyücü. "Sanırım yapmış olduğun şeyi niye yaptığını anlıyorum."

"Ama ben yanlışlarımdan dolayı kendimi asla affetmeye­ceğim. Tek umudum kraliçemin bunu anlaması..." Dev sü­rüngen adeta bir insanmışçasına omuz silkti. "Kirin Tor'daki mevkiim konusu bir süre için tartışılacaktır. Kalmak isteyip istemediğimden emin olmadığım gibi, olanlar hakkındaki gerçekler de mutlaka ortaya çıkacaktır... en azından kısmen. Seni basit bir keşif görevinden daha fazlası için gönderdiği­mi anlayacaklar."

"Şimdi ne olacak?"

"Çok şey... hem de epey çok. Güruh hâlâ Dun Algaz'daki gücünü koruyor ama bu yakında sona erecek. Ondan sonra bu dünyanın yeniden inşa edilmesi gerekecek... Tabii ona bu fırsat verilirse." Bir an durdu. "Ayrıca bugün olanlardan son­ra seyri kesinkes değişecek olan bazı politik konular da var." Korialstrasz karşısındaki minik yaratıklara rahatsız denebilecek bir ifadeyle baktı. "Bu değişikliklerden diğer herkes kadar be­nim ırkımın da sorumlu olduğunu söylemeliyim size."

Rhonin daha fazlasını öğrenmek istiyordu ama Korialstrasz’ın onun soracağı sorulara cevap vermeyeceğim hemen fark etti. Kanatlıölüm’ün ve kırmızı ejderhanın insan kılığına girebildiklerini öğrendikten sonra büyücü, kadim ırkın sade­ce insanlığın değil, elflerin ve diğerlerinin de tarihine sık sık müdahale ettiğinden emin olmuştu.

"Yaptığın şey kıvrak bir zekânın ürünüydü, Rhonin," diye fikrini açıkladı ejderha. "Sen-her zaman iyi bir öğrenciydin..."

Uçsuz bucaksız bir gölge üstlerini kaplayınca konuşmaları aniden kesiliverdi. Bir an için bitkin büyücü, Kanatlıölüm’ün her nasılsa kendisini takip edenlerden kaçtığım ve yenilgisi­ne sebep olandan öç almak için geri geldiğini korktu.


Ancak tepelerine dikilen ejderha siyah değil, Korialstrasz gibi ateş rengindeydi.

"Siyah ejderha kaçıyor! Kötülükleri eğer tamamen yok edilmediyse bile kesinlikle dizginlendi!"

Korialstrasz bakışlarını yukarı çevirdi. Konuştuğunda sesinde özlem vardı: "Kraliçem..."

"Öldüğünü sanmıştım," diye eşine mırıldandı Alexstrasza. "Uzun süre yasını tuttum..."

Erkeğin yüzünde suçlu bir ifade vardı. "Senin özgürlüğü­nü kazanma fırsatını elde edebilmem için bu aldatmaca ge­rekliydi, kraliçem. Sadece sana çektirdiğim acı için değil, bu fanileri kendi amacım doğrultusunda yönlendirme bencilli­ğim için de özür dilerim. Onların ırklarına karşı nasıl hisler beslediğini biliyorum..."

Kraliçe kafasını salladı. "Onlar seni affederse ben de affe­derim." Alexstrasza nın kuyruğu aşağı inip erkeğininkiyle birleşti bir an için. "Diğerleri hâlâ siyah ejderhanın peşinden gidiyor ama ben bu takipte onlara katılmadan önce, ikimiz sürümüzden geriye kalanları bir araya getirmeli ve yuvamızı yeniden kurmalıyız. Bence öncelikli olan bu."

"Senin kölenim," diye karşılık verdi Korialstrasz, devasa kafasını öne eğerek. "Şimdi ve sonsuza dek, sevgilim."

Bakışlarını büyücüye ve onun arkadaşlarına çeviren Ejderhakraliçesi ekledi: "Özverileriniz için en azından size eve dö­nüşünüzü sağlayabiliriz... eğer az bir zaman daha bekleyebilirseniz."

Falstad'ın griffonu biraz zorlanarak onları eninde sonunda evlerine ulaştırabilirdiyse de Rhonin bu teklifi minnetle ka­bul etti. Korialstrasz’ın geçmişteki hilekârlığına rağmen büyü­cü iki ejderhadan da hoşlandığını fark etti. Kendisi aynı du­rumda kalmış olsaydı olası Rhonin de erkek ejderhanın yap­tığını yapardı.

"Tepe cüceleri size yemek ve kalmanız için yer verecek. Yarın, yumurtaların hepsi geri alınıp güvenli bir yere gizlen-


dikten sonra sizin için geri döneceğiz. Dişi ejderhanın yüz hatlarına acı bir tebessüm yayıldı. "Yumurtalarımızın yeterin­ce dayanıklı olmasını umalım, yoksa Kanatlıölüm, yenilirken bile bana acı bir darbe indirmiş olacak..."

"Böyle düşünme," diye atıldı erkek. "Gel hadi! Bu işi ne kadar çabuk halledersek o kadar iyi!"

"Evet..." Alexstrasza kafasını üçlüye doğru eğdi. "İnsan Rhonin, elf ve cüce! Bu işe katkılarınızdan dolayı hepinize tek tek teşekkür ederim. Şunu biliyorum ki ben kraliçe olduğum sürece ırkım, sizlerin ırklarınıza asla düşman olmayacaktır..."

Ejderhakraliçesi bunu söyledikten sonra iki ejderha da yükseldi ve Kanatlıölüm'ün ilk yumurtalarla birlikte gittiği yönde hızla uçmaya başladı. Hâlâ konvoyda olanlar, sonunda dağ kalesinin ve bütün Grim Batol'un yine kendilerinin oldu­ğunu iddia edebilecek olan neşe içindeki cücelerin koruması altında olacaktı.

"İkisi görkemli bir manzara oluşturuyor!" diye gürledi Falstad, ejderhalar gözden kaybolunca. Cüce yol arkadaşları­na döndü: "Elf leydim, sen her zaman benim rüyalarımın bi parçası olacaksın!" Şaşkın korucunun elini yakalayıp sıktı ve Rhonin'e döndü. "Büyücü, senin soyundan olanlarla pek işim olmadı ama şunu söyleyebilirim ki en azından bi tanesinde bi savaşçının yüreği var! İleride destansı bi öykü anlatıyor olacağım: Grim Batol'un almışı! Günün birinde bi handa öykü­nüzü anlatıp hoşça vakit geçiren cücelere rastlarsanız şaşırma­yın, tamam mı?"

"Bizden ayrılıyor, musun?" diye sordu Rhonin, tam bir şaş­kınlık içinde. Daha savaşı yeni kazanmışlardı. Kendisi daha bü­tün bu olup bitenlerden nefesleşmeye bile fırsat bulamamıştı.

"En azından sabaha kadar gitmemelisin," diye ısrar etti Vereesa.

Vahşi cüce, seçme şansı olsa seve seve kalacağını belli edercesine omuzlarını kaldırdı. "Kusuruma bakmayın ama bu


havadislerin Aerie'ye bi an önce ulaşması lazım! Ejderhalar kadar çabuk olup onlar Lordaeron'a varmadan ben geri dön­müş olmalıyım! Bu benim sorunluluğum... Ayrıca oradaki bazı dostların benim kaybolmadığımdan haberdar olmasını istiyorum..."

Rhonin, Falstad’ın güçlü elini minnetle sıkarken kendi ya­ralı elini kullanmak zorunda kalmadığı için şükrediyordu. Yorgun olmasına rağmen griffon binicisinin ezici bir kavra­yışı vardı. "Her şey için teşekkür ederim!"

"Hayır, insan, ben teşekkür ederim! Benimkinden daha şanlı bir kahramanlık şarkısı söyleyecek bi griffon binicisi görmeyi çok isterdim! Bütün bayanların bakışları bana çevri­lecek, inan bana!"

Onun kadar ölçülü biri için oldukça şaşırtıcı bir hareket­le, Vereesa eğilip cüceyi yanağından hafifçe öptü. Falstad ko­caman sakalının altında adamakıllı kızardı. Rhonin bir kıs­kançlık sancısı hissetmekten kendini alamadı.

"Kendine iyi bak," diye griffon binicisini uyardı elf.

"Öyle yapacağım!" Cüce ustalık gerektiren bir atlayışla griffonun sırtına bindi. İkiliye el salladıktan sonra Falstad hayvanı hafifçe topukladı. "Bu savaş tamamen sona erdiğin­de belki hepimiz tekrar bi araya gelme şansı buluruz!"

Griffon havalandı ve Falstad onlara tekrar veda ederken bir daire çizdi. Sonra cücenin bineği batıya yöneldi ve kısa boy­lu savaşçı hızla uzaklaştı.

Rhonin gittikçe küçülmekte olan figüre el sallarken cüceyle ilgili ilk izlenimlerini biraz suçlulukla hatırladı. Ama Rhonin'e göre Falstad kendini büyücüden çok daha fazla kanıtlamıştı.

Nazik bir el büyücünün sakat elini tutup yavaşça yukarı kaldırdı.

"Buna bakım yapılması gereken zaman çoktan geçmiş," diye onu azarladı Vereesa. "Senin güvende olmanı sağlamak için yemin ettim. Bu benim için iyi olmayacak..."


"Yeminin Khaz Modan'a vardığımızda sona ermiyor muy­du?" diye karşılık verdi Rhonin, yüzünde hafif bir gülümse­meyle.

"Belki; ama görünüşe göre senin günün her saati kendi  kendinden korunman gerekiyor! Bir dahaki sefere kendine kim bilir ne yapacaksın!" Bu defa elfin de yüzünde bir an için bir gülümseme belirmişti.

Rhonin korucunun onun kırık parmağıyla ilgilenmesine izin verdi. Bir yandan da ejderha onları Lordaeron'a geri gö­türdükten sonra Vereesa'yla olan birlikteliğini sürdürebilme­si için bir yol olup olmadığım merak ediyordu. Elbette çif­tin raporlarım birlikte sunması, olanları daha iyi gözden ge­çirmek adına, üstleri için en iyisi olurdu. Büyücü bunu Vereesa'ya önerip onun bu konuda ne düşündüğünü öğrenme­liydi.

Birden, birinin nasıl olup da garip bir şekilde en başta onun yaptığı gibi neredeyse ölmeye can atarken sonradan dolu dolu yaşamak isteyebildiğim düşündü... Üstelik yakıp kül olmaktan, ezilmekten, doğranmaktan, kellesiz kalmaktan ve tamamen yok edilmekten son anda kurtulduktan sonra. Önceki görevinde olanlar için her zaman pişmanlık duyacak­tı ama artık bundan sonra hiçbir hayalet ona musallat ola­mayacaktı.

"İşte," dedi Vereesa. "Ben daha iyi bir malzeme bulana kadar onu böyle tut. Ondan sonra bir şeyi kalmayacak."

Elf pelerininden şerit halinde bir kumaş koparıp, kırık bir savaş baltasının sapından bir parça tahtayla bir tür destek oluşturmuştu. Rhonin onun eserini inceledi ve olağanüstü buldu.

Büyücü, gücünü yeniden kazandıktan sonra elini tamamen iyileştirebileceğini söyleme zahmetine hiç girmedi. Vereesa ona yardımcı olmak için epey istekli görünüyordu.

"Sağ ol."


Büyücü, ejderhaların işlerinin uzun sürmesini umdu. Ok­lardan korkmalarına gerek kalmadığına göre Rhonin'in eve dönmek için hiç de acelesi yoktu.

Grim Batol'un düşüşü ve Güruh'un, yok olmakta olan da­vası için kullandığı ejderhaları kaybettiği haberleri sonunda İttifak'a ulaştığında her yerde kutlamalar başladı. Nihayet sa­vaş artık sona erecekti. Barış artık kesinlikle çok yakındı.

Büyük krallıkların her biri büyücünün ve elfin anlattıkla­rını bizzat dinlemekte ısrar etmiş ve çifti uzun uzun sorgula­mıştı. Aerieli bir griffon binicisinden de onay bildirisi gel­mişti, şanlı kahraman Falstad'dan.

Rhonin ve Vereesa krallıktan krallığa gezmeye devam ederken (ve bu arada gittikçe yakınlaşırken) vaktiyle büyücü Krasus kılığında dolaşmış olan da Hava Divanı'na kendi rapo­runu iletmişti. İlk başta, diğer konsey üyeleri onu düşmanca karşılamıştı, özellikle de onun herkese açıkça yalan söylemiş olduğunu bilenler. Ancak alman sonuçlara kimse itiraz ede­mezdi ve büyücüler de mesele sonuçlar olunca her şeyden çok başarıya bakarlardı.

Drenden yüzü görünmeyen, büyücüye bakarak başını iki yana sallamıştı. "Uğraşıp didindiğimiz her şeyi mahvedebilirdin!" diye gürledi. Bir an için odayı baştan başa kat eden fırtına onun sözlerinin yankılanmasına neden oldu. "Her şeyi!"

"Bunu anlayabiliyorum. İsterseniz konseyden çekileceğim, hatta cezalandırılmayı ya da azledilmeyi de kabul edeceğim. Eğer istediğiniz buysa."

"Azilden daha fazlasından bahsedenler vardı," diye belirt­ti Modera. "Çok daha fazlası..."

"Ancak bunu hep beraber tartıştık ve genç Rhonin'in ba­şarısının sadece Dalaran'a itibar kazandırdığına karar verdik. Hatta onun inanılmaz göreviyle ilgili kendilerine bilgi veril-


memesini biraz içerlemiş olan müttefiklerimiz bile iyi niyet­lerini bildirdi. Kendilerinden birinin de bu görevde bulun­masından dolayı elfler özellikle memnun kaldılar." Drenden omuz silkti. "Bu konuyu daha fazla tartışmanın gereği yok gibi görünüyor. Kendini resmen kınama almış ama şahsım tarafından tebrik edilmiş say, Krasus."

"Drenden!" diye çıkıştı Modera.

"Burada yalnızız, istediğimi söyleyebilirim." Cüppeli adam ellerini birleştirdi. "Şimdi, başka birinin belirtmek iste­diği bir şey yoksa şu Lord Prestor konusunu açmak istiyo­rum. Alterac hükümdarı seçildiği varsayılan kişi... Sanki yer yarıldı da içine girdi!"

"Şatosu bomboş, uşakları kaçmış..." diye ekledi Modera. Hâlâ meslektaşının Krasus'la ilgili az önceki yorumundan ra­hatsız görünüyordu.

Diğer büyücülerden biri, yapılı olanı, sonunda söze girdi: "Orayı çevreleyen büyüler de dağıldı. Ayrıca bu düzenbaz büyücü için çalışan goblinler olduğuna dair işaretler var!"

Bütün konsey Korialstrasz'a döndü.

Sanki en az diğerleri kadar şaşırmış gibi, kollarını iki ya­na açtı ejderha büyücü. 'Lord Prestor' kesinlikle bu durum­dan en çok çıkar sağlayacak kişiydi. Diğer konsey üyeleri bel­li ki onun bütün bunları neden bırakıp gittiğini merak edi­yordu. "Bu sizin için olduğu kadar benim için de çok kafa karıştırıcı. Belki de eninde sonunda hepimizin bir araya ge­len gücünün onu alaşağı edeceğini fark etmiştir. Bu benim en olası bulduğum tahmin. Gerçekten de başka hiçbir şey onun bunca şeyden vazgeçmesini açıklayamaz."

Bu diğer büyücülere de uygun gelmişti. Korialstrasz çoğu yaratık gibi onların da egolarının tatmin edilmesinden hoş­landıklarını biliyordu.

"Etkisi şimdiden azalmakta," diye devam etti. "Elbette he­piniz Genn Griyele'nin Prestor'un tahta çıkışma olan itirazını


yenilediğini ve Amiral Lord Proudmoore'nin de ona katıldı­ğını duymuşsunuzdur. Hatta Kral Terenas sözde soylunun geçmişinin ikinci bir kez kontrolden geçirilmesinin ardından birçok soru işaretiyle karşılaşıldığını duyurdu. Prestor'un ya­kın zamanda genç prensesle yapacağı evliliğe dair söylentiler de yok olup gitti..,"

"Onun geçmişini araştırıyordun," dedi Modera.

"Evet, o bilgilerin bir kısmının Majestelerinin eline geç­miş olması olası."

Drenden gayet hoşnut, başını salladı. "Rhonin'in görevi bize Terenas’in ve diğerlerinin takdirlerini sağladı. Biz de bu değişiklikten en iyi şekilde faydalanacağız. îki hafta sonra 'Lord Prestor' bütün İttifak'ta nefret edilen biri olacak!"

Korialstrasz uyanda bulunurcasına elini kaldırdı. "Daha kurnazca hareket etmekte fayda var. Zamanımız var. Çok geç­meden onun var olduğunu bile unutacaklar."

"Belki de haklısın." Sakallı büyücü diğerlerine göz attı. Hepsi onaylarcasına başlarını sallıyordu. "O zaman oy birli­ğiyle kabul edildi. Ne kadar harika." Drenden konseyi dağıt­mak üzere elini kaldırdı. "Eh, eğer başka bir şey yoksa..."

"Aslında var," diye müdahale etti ejderha büyücü. Din­mekte olan fırtınadan bir bulut onun üstünden süzüldü.

"Nedir?"

"Her ne kadar beni kuşkulu davranışlarımdan ötürü bağış­lamış olsanız da şimdi sizlere konsey faaliyetlerinden bir sü­re için çekilmek zorunda olduğumu söylemek zorundayım."

Hepsi afallamış görünüyordu. Hiçbiri, onun değil konsey­den tamamen çekilmesini, bir toplantıyı kaçırmasını bile bek­lemezdi.

"Ne kadar süreliğine?" diye sordu Modera.

"Bunu söyleyemem. Biz çok uzun zaman ayrı kaldık ve bir zamanlar sahip olduklarımızı geri kazanmak için epey bir za­mana ihtiyacımız olacak." ..'


Korialstrasz gölge büyüsüne rağmen Drenden'in göz kırp­tığım neredeyse görür gibiydi. "Senin bir... bir eşin mi var? 'Biz'den kastın bu mu?"

"Evet. Size söylemeyi unutmuşsam beni bağışlayın. Dediğim gibi uzun zamandır ayrıydık..." Onlar göremese de gü­lümsedi. "... ama o şimdi yine benimle."

Diğerleri bakıştılar. Sonunda Drenden karşılık verdi: "O zaman... elbette... yolunda duracak değiliz. Kesinlikle bunu yapmaya hakkın var..."

Ejderha büyücü eğilerek selam verdi. Aslında ejderha geri dönmeyi umuyordu çünkü bu, yüzyıllardır süren hayatının hemen hemen diğer her şey kadar bir parçası olmuştu. Yine de Alexstrasza'sıyla birlikte olmakla kıyaslandığında, o bile sö­nük kalıyordu. "Teşekkürlerimi sunarım. Elbette bütün önem­li havadisleri takip etmeye çalışacağım, söz veriyorum..."

Yaptığı büyü onu Hava Divanı'ndan uzaklaştırırken elini veda etmek için kaldırdı. Korialstrasz’ın ayrılırken söyledikle­ri diğer büyücülerin tahmin edebileceğinden çok daha doğ­ruydu. Konseyden uzakta da olsa, bir Kirin Tor üyesi olarak, politik hareketlenmeleri kesinlikle izlemeyi planlıyordu. 'Lord Prestor'un ortadan yok olmasına rağmen krallıklar arasında hâlâ felakete yol açabilecek atışmalar yaşanıyordu. En başta gelen konulardan biri de yine Alterac'tı. Dalaran'a karşı so­rumluluğu Korialstrasz’ın olan biteni izlemeye devam etme­sini gerektiriyordu.

Ve kraliçesi için, kadim ırkı için, o ve onun gibi olanlar izleyecekti... izleyecek ve gerektiğinde olayların seyrini etki­leyeceklerdi. Alexstrasza bu genç ırklara inanıyordu, özellik­le de Rhonin ve diğerlerinin yaptıklarından sonra. Bu yüz­den de Korialstrasz onun inancını daha da sağlamlaştırmak için yapması gereken şeyi yapmalıydı. Bunu hem ona, hem de bu görevin gerçekleşmesinde ona yardım etmiş olanlara borçluydu.


Siyah canavarın çaresiz kaçışından beri Kanatlıölüm'ü gö­ren olmamıştı. Diğerlerinin gözü devamlı onun üzerindeyken siyah ejderhanın bir süre için daha fazla dehşete neden olması pek mümkün görünmüyordu, hatta belki de sonsuza dek... Ancak onun sayesinde diğerleri, hayata ve geleceğe yeniden ve daha güçlü bağlanmışlardı.

Ejderhanın günü sona ermişti ama bu, onların dünyaya iz­lerini bırakmaya devam etmeyecekleri anlamına gelmiyor­du... Hiç kimse asla farkına varmasa bile.

SON

 

Döküman çevirmesi ve Düzeltme : Rothen (ashes)

 

 
 
  Bugün 16845 ziyaretçikişi burdaydı!